Hasta Hakları
Yavuz ŞAHİN
Hak’ kelimesi çok geniş bir mânâya sahiptir. Hem Yaratan’ın hibe ve
emanet ettiği, hem de sonradan insanın kazandığı maddî-manevî mülkiyet
ve faydalar ‘hak’ mefhumu ile ifade edilir. Elbette ‘hak’ kelimesinin
hatırlattığı en yüksek mânâ; hem adlarından biri olması, hem de temelde
bütün hakların ilk sahibi bulunması itibariyle Cenâb-ı Hak’tır.
Hasta hakları dendiğinde akla ilk gelen husus, bu hakkın dört ana
kategoriyi içine aldığıdır. Birincisi, hastanın ulaşabileceği
mesafelerde sağlık hizmeti sunan müessese, doktor ve teknolojik alt
yapının bulunması ve bunların 24 saat aktif olması; ikincisi, bu sağlık
hizmetlerinden istifade etmeye gücü yetmeyen hastalar için devletin
veya sivil toplum kuruluşlarının uygun fonlar hazırlaması; üçüncüsü,
hastaların sağlık hizmeti almak üzere müracaatların, dördüncüsü de,
hastanın tedâvisinin bitiminden sonra karşılaşması muhtemel problemler
hususundaki haklarıdır. İlk iki hak, ferdi aşan hususlar olduğu halde,
son iki hak, hasta ve doktor arasındaki insanî münasebetler
çerçevesinde yerine getirilebilecek haklardır.
Son 50-60 yıldır, bilhassa son iki hasta hakkı üzerinde, insan hakları
ve insan merkezli sosyal gelişmeler çerçevesinde müşahhas ilerlemeler
olmuştur. Hasta hukuku ile ilgili ilk ilmî toplantının tarihi çok eski
değildir (Tıbbî Deontoloji Kongresi, Paris, 1955). 1948 İnsan Hakları
Beyannamesi’nden çok sonra hasta haklarıyla ilgili düzenlemeler
yayımlanmaya başlanmıştır.
Serbest pazar ekonomisinin prensipleri ışığında şekillenen tıp
uygulamalarında, hastaya insan olarak değil, üzerinde tıbbın kendisini
tatmin ettiği bir materyal olarak bakma anlayışı giderek kendini
hissettirmektedir. Özellikle hekim-hasta münasebetlerinde, hekimin
otoriter (paternal) tutumu sebebiyle hasta, ‘otur, kalk, ilâcını al,
şunu ye, şunu içme’ türünden emirlere mutlak itaati beklenen bir nesne
haline getirilmiştir. Hasta, yirminci yüzyılın kapitalist ve
materyalist anlayışlarının baskısıyla hekim karşısında, insanî, sosyal,
manevî değerlerinden soyutlanmış, yalnızca hastalığıyla değerlendirilen
bir nesne olmuştur. Kısaca, hekimler, hastaya bir kişi olarak değil,
sadece bir vaka olarak bakmaktadır.5 Neredeyse ölümcül, zor tedâvi
edilebilen bir hastalık sebebiyle daha çok ilâç tüketen hasta
“değerli”; az ilâç tüketecek, ayakta tedâvi edilebilecek bir hasta da
‘değersiz’dir. Teşhis ve tedâvi ile ilgili konularda hastadan beklenen
itaat, hekimlik dışındaki diğer insanî alanlarda da beklenir olmuştur.
Bu anlayışın yerleşmesinde, insanların inanç zaafının meydana getirdiği
problemlerin çözümünü psikoloji kliniklerinde aramalarının ve tıptan
aşırı beklentiye girmelerinin tesiri büyük olmuştur.22
Hastanın en iyi şekilde bilgilendirilmesine yardımcı olmak maksadıyla
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1973 yılında ‘Hasta Hakları
Beyannâmesi’ yayımlanmıştır. Son yıllarda hasta haklarının ayrıntılı
olarak yeniden tanımlanması için çabalar yoğunlaşmış, 1994’te
Amsterdam’da Dünya Sağlık Teşkilatı’nca; 1995’te Bali’de Dünya Hekimler
Birliği’nce hasta hakları sözleşmeleri hazırlanmıştır. Bu metinlerde;
sağlık hizmetlerinin herkes için eşit, ulaşılabilir ve sürekli olmasını
sağlamak için, hastaların sağlık hizmetinden faydalanması, hastalığı
hakkında bilgilendirilmesi, hastanın rızası, özel hayata saygı ve
başvuru hakları ayrıntılı biçimde tanımlanmıştır.
Birkaç asırdır coğrafyamızda meydana gelen yozlaşmalar sebebiyle, güç
kullanımı müesseselere hâkim olunca, hasta hakları da hekim
hükümranlığı lehine unutulmuştur. Bu yüzden ülkemizde hasta hakları ile
ilgili hukukî düzenlemeler, Batı’yı takiben yeniden oluşturulmaktadır.
1998 tarihinde başlayan, hastayı hakları hususunda bilgilendirme
çalışmaları, 2004 yılına kadar sürmüş ve Sağlık Bakanlığı 60’tan fazla
hastahanede “hasta hakları birimi” oluşturarak, hiç olmazsa hastahaneye
gelen hastalardan isteyenleri hakları konusunda bilgilendirmeye
başlamıştır.
İnsan Hakları Beyannâmesi’nde bazı hasta hakları genel çerçevede
sıralanmıştır: Her şahıs, kendi ve ailesi için tıbbî bakım hakkına
sahiptir. Aynı şekilde, her insanın sağlığı ve refahını temin edecek
uygun bir hayat seviyesi ve hastalık, sakatlık, dulluk ve ihtiyarlıkta
emniyet içinde insanca bir hayat hakkı vardır. Meselâ hapisteki bir
hasta, hekime gitme, hekim tavsiyelerinin kendisine tatbik edilmesini
isteme gibi haklara sahipken, hastahanedeki hastaların daha başka
hakları söz konusudur. Hastanın aczi ve zaafı dikkate alınarak,
hastanın haklarının korunması, kurumlara, yöneticilere ve ilgili
kişilere düşen bir vazifedir.
Hasta hakları, alacaklının parasını geri alma hakkı gibi değildir. Bu
hak, toplumda var olan umumi iyilik, sağlık, dirlik payından yararlanma
ve yardımlaşma hakkıdır. Bu hak, bebeğin beslenme ve bakım hakkı, bir
fakirin zenginin malındaki hakkı, yayaların arabası olanlardaki hakkı
gibidir. Buna göre, cemiyet bir vücut gibi düşünülürse, hastaların
sağlıklı olanlar üzerinde hakkı vardır.
Hasta haklarının tarihi Hasta hakları, esasen ‘hastaya zarar vermeme’ temelinde oluşmaya
başlamış, toplumların insana verdikleri değer paralelinde de gelişme
göstermiştir.
Hasta haklarının ortaya çıkışı ‘hasta hakkı’ şeklinde değil; hastaya
karşı hekimlerin, cerahların ve ebelerin uymaları gereken ‘görev’
şeklinde olmuş ve tıp ahlâkı içinde mütalâa edilmiştir. Bu konuda
bilinen en eski uygulamalar öncelikle hastanın hayat hakkını ve vücut
bütünlüğünü muhafazaya odaklıdır.
3.800 yıl önce hazırlanan
Hammurabi kanunlarında hastalara zarar verenlere şiddetli cezalar öngörülmüştür. Meselâ:
‘Hekim, bronz neşter ile tehlikeli bir yara açarak birisini öldürür
veya gözünü harap ederse, o hekimin iki eli kesilir.’ ‘Neşter ile
tehlikeli bir yara açarak bir esiri öldürürse, yerine bir esir
verecektir.’ Bu yaklaşım, Mezopotamya geleneğindeki, zayıfı ve
ezileni koruma kültürüne dayanmaktadır. Bununla birlikte, bu cezalar
üst sınıflara karşı işlendiğinde daha ağır, alt sınıf veya kölelere
karşı işlendiğinde ise daha hafif uygulanırdı.3, 24 Eski Mısır’da da
hastaya zarar veren hekim cezalandırılırdı. Benzer şekilde Eski Hint’te
hastaya zarar veren ve bilirkişi heyetlerince yetersizliğine karar
verilen hekime, para cezasından parçalanarak öldürülmeye kadar değişen
cezalar verilirdi.7
Hipokrat MÖ 5. yy’da, hastanın sırlarına saygı hakkını da gündeme
getirmiştir. Roma hukukundan itibaren tedâvi maksatlı dahi olsa,
hastaya zarar verilmemesi hakkı korunagelmiştir. Orta Çağ’da Batı’da
akıl hastası, cüzamlı ve benzeri hastalar toplumdan tecrit
edilmekteydi.24 Meselâ, on dördüncü yüzyılda Avrupa’da ‘veba salgını
sebebi’ diye başka ırktan insanlar diri diri yakılırken, Bursa’daki
hastahanelerde din, ırk farkı gözetilmeden hastaların tedâvileri
yapılıyordu. 18, 24
Peygamberimiz’in (sas) Vedâ Hutbesi’nde açıkça ortaya konan insan
hakları, ancak 1948’de, “İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi” şeklinde
kaleme alınmıştır. Kur’an’da ve bu beyannâmede belirtildiği üzere
‘yaşamak’ en temel haktır. Yaşama hakkını korumak için şifa arama,
hasta için bir hak olarak belirir ki, bunun adı ‘hasta hakları’dır.
Hastaların, bir ferdin sahip olduğu bütün hakların yanında, çoğunluğu
hastahane yönetimi ve tıp elemanlarınca yerine getirilecek ilâve
hakları da söz konusudur.
İslâm coğrafyasında hasta bakım hizmetleri müesseseleştikçe, bu anlayış
hastahanelere (darü’ş-şifa, bimaristan, bimarhane, tımarhane,
darü’s-sıhha, darü’t-tıp, darü’r-raha) de yansımıştır. Meselâ, 12.
yy’da Selahaddin-i Eyyubî, yaptırdığı hastahanedeki hastaları ziyaret
eder, her hastanın başında durur, kendilerine geceyi nasıl
geçirdiklerini, sıhhatlerinin nasıl olduğunu, bir arzularının olup
olmadığını sorardı. Eyyubî, diplomasız kişilerin tabiplik yapıp
hastalara zarar vermesini, çıkardığı kanunlarla yasaklamıştı.26 İslâm
hukukunda hastaların ibadetlerinde hafifletme ve af da söz konusudur.
Hasta haklarıTürkiye’de 2004 yılında yürürlüğe giren ‘hasta hakları yönetmeliği’nin bazı maddeleri şunlardır:
-Sağlık hizmetlerinden adalet ve hakkaniyete uygun olarak faydalanma hakkı,
-Sağlık hizmetleri ve sağlık durumu ile ilgili bilgi alma hakkı,
-Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirme hakkı,
-Tıbbî gereklere uygun teşhis, tedâvi ve bakım hakkı,
-Tıbbî gereklilikler dışında müdahale yasağından yararlanma hakkı,
-Ötenazi yasağından yararlanma hakkı,
-Mahremiyete saygı gösterilmesini isteme hakkı,
-Rıza olmaksızın tıbbî ameliyeye tâbi tutulmama hakkı,
-Bilgilerin gizli tutulmasını isteme hakkı,
-Organ ve doku alınmasında rıza hakkı
-Tıbbî araştırmalarda rıza hakkı,
-İnsanî değerlere saygı gösterilmesi ve ziyaret hakkı,
-Refakatçi bulundurma hakkı,
-Tazmin hakkı
Bu hakların, toplumun önemli bir kısmınca bilindiği varsayılmaktadır.
Ancak, yönetmelikte yer aldığı halde, hastalarca az bilinen veya
bilinse de yararlanılamayan haklar da söz konusudur. Meselâ:
-Personeli tanıma, seçme ve değiştirme hakkı,
-Öncelik sırasının belirlenmesini isteme hakkı,
-Kayıtları inceleme ve kayıtların düzeltilmesini isteme hakkı,
-Küçüklerin ve mümeyyiz olmayanların araştırmada kullanılmama hakkı
-Dinî vecibeleri yerine getirebilme ve dinî hizmetlerden faydalanma hakkı,
-Hekim seçme/değiştirme hakkı,
-Tedâviyi reddetme ve durdurma hakkı,
-Hizmetin sağlık kurum ve kuruluşu dışında verilmesini isteme hakkı, bunlardan bazılarıdır.
Bir sağlık kuruluşuna, sağlık hizmeti almak için başvuran herkesin; 1. Hizmetten genel olarak faydalanma: Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlıklı yaşamanın teşvik edilmesine yönelik faaliyetler ve koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, 2. Eşitlik içinde hizmete ulaşma: Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet almaya, 3. Bilgilendirilme: Her türlü hizmet ve imkânın neler olduğunu öğrenmeye, 4. Kuruluşu seçme ve değiştirme: Sağlık kuruluşunu seçme ve değiştirmeye ve seçtiği sağlık kuruluşunda verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, 5. Personeli tanıma, seçme ve değiştirme: Sağlık hizmeti verecek ve vermekte olan tabiplerin ve diğer personelin kimliklerini, görev ve ünvanlarını öğrenmeye, seçme ve değiştirmeye, 6. Bilgi isteme: Sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı olarak istemeye, 7. Mahremiyet: Gizliliğe uygun olan bir ortamda her türlü sağlık hizmetini almaya, 8. Rıza ve izin: Tıbbî müdahalelerde rızanın alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya, 9. Reddetme ve durdurma: Tedâviyi reddetmeye ve durdurulmasını istemeye, 10. Güvenlik: Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda almaya, 11. Dinî vecibelerini yerine getirebilme: Kuruluşun imkânları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dinî vecibelerini yerine getirmeye, 12. Saygınlık görme: Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli sağlık hizmeti almaya, 13. Rahatlık: Her türlü hijyenik şartlar sağlanmış, gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir ortamda sağlık hizmeti almaya, 14. Ziyaret: Kurum ve kuruluşlarca belirlenen usül ve esaslara uygun olarak ziyaretçi kabul etmeye, 15. Refakatçi bulundurma: Mevzuatın, sağlık kurum ve kuruluşlarının imkânları ölçüsünde ve tabibin uygun görmesi durumunda refakatçi bulundurmayı istemeye, 16. Müracaat, şikâyet ve dava: Haklarının ihlâli halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü başvuru, şikâyet ve dava hakkını kullanmaya, 17. Sürekli hizmet: Gerektiği sürece sağlık hizmetlerinden yararlanmaya, hakkı vardır. Metin buraya yazılacak” |
Hasta haklarının tatbikinde inanç ve kültürün rölüHekimin inançları ile hastaların hakları çelişebilmektedir. Batı
tıbbının tedâvi ve gelişme adına ortaya koyduğu her türlü kimyevî ve
teknolojik unsurdan faydalanma, hasta hakkı olarak görülmektedir. Buna
karşılık, bu madde ve uygulamaların bir kısmı hekimlerin inançlarına
ters gelebilmektedir. ABD’nin birçok eyaletinde hekimlerin veya sağlık
hizmeti sunanların, inançlarıyla çelişen tedâvi girişimlerini
uygulamama hakkı korunmuştur.25 Bu da hastanın aynı konudaki tedâvi
olma hakkıyla çelişmektedir. Benzeri bir durum hastaların inançları
için de geçerlidir. Bazen hastaların inanç ve kanaatlerine saygı
gösterilmesi hakkı ile sağlık hizmetinden yararlanma hakkı arasında
çelişkiler yaşanabilmektedir.
Yapılan araştırmalarda hastahanelerimizde hastalar için din görevlisi
ve ibadet mekânı yetersizliğine dikkat çekilmektedir. Özellikle
milletler arası sözleşmelerde ve yönetmeliklerde ‘dinî yardım alma’
konusu bulunmasına rağmen, hastahanelerimizde din görevlisine duyulan
ihtiyaç tamamen göz ardı edilmiş görünmektedir. Hastaların dinî
haklarının, hem hastalar hem de hemşireler tarafından bilinmediği
ortaya konmuştur.15
Hastalar haklarını biliyor mu?Âyet ve hadislerde açıkça ortaya konmasına rağmen, herkesin hür
doğduğu, kıymetçe eşit olduğu, düşünceyi ifade etme ve vicdan
hürriyetine sahip olduğu, insanların cinsiyet, dil, din, ırk, renk
ayrımına tâbi tutulmaması gerektiği ve bu hakların bedel karşılığı
alınıp satılmaması gibi temel haklar günümüz toplumları için çok
yenidir.9,13,17 Zayıfların sesleri her zaman duyulmaz. Toplumun
nispeten zayıf ve güçsüzlerinin hakları, hâkim şahıs ve gruplarca
verilmeyebilmekte, sınırlandırılabilmekte ve çiğnenebilmektedir. Bu
durum, ‘Hak sahibine hakkını ver.’ hadîsince (Buhârî, Savm 51), herkese
bir mesuliyet getirmektedir.