Oh
olsun! "Daha beter olun" dememek için; oh olsun! Onca uyarıya rağmen
her meseleye ideolojik yaklaşan medyanın başına büyük bir bela
geleceği, itibarını tuzla buz edeceği belliydi.
Dostça
uyardığımızda "Aman bu kadar ideolojik olmayın, her konuya kitleleri
hırpalama güdüsüyle yaklaşmayın vs." dediğimizde kulaklarını tıkadı
sevgili dostlarımız. Onlarca hadise şahittir ki, alelacele yapılan
haberlerin arkasından manipülasyon çıktı. Pespaye yorumlar, çürük
bilgilere dayandığı için yazarının itibarını sarstı. En önemlisi,
fanatik bir önyargıyla yapılan gazeteciliğin faturasını sadece hatanın
sahipleri değil, aynı zamanda gazetecilik mesleğine gönül verenler de
ödedi. Kamplaşmalar oldu, çatışma alanları doğdu. "Bu ülkeye yazık
oluyor" diye çırpınıp duranlara karşı mütekebbir bir eda ile karşılık
verenlerin bir gün duvara toslayacakları belliydi. Nitekim öyle oldu.
Günlerdir süren telekulak skandalı fos çıktı ve bu skandalın peşinden
sürüklenenler tarihî bir mahcubiyet yaşadı ve görüldü ki araştırmadan,
soruşturmadan, sormadan, sorgulamadan yapılan gazetecilik döner dolaşır
tezcanlı, heyecanlı ve önyargılı medyayı vurur. Hiç kimse alınmasın; bu
kabadayılığın sonucu budur. Daha önce de vahim hatalar yapıldı; ama bu
sefer tam bir medya skandalı. Bu köşeden "hata yapmak alışkanlık haline
gelirse" diye seslenmek zorunda kaldık. İnanın böyle şeyler yazarken
mahcup oluyorum. Üst perdeden konuşuyormuş gibi algılanmak yüreğimi
burkuyor. Ne var ki tepeden seslenmiyor, bu mesleğin içinden feryat
ediyorum: "Bazı medya kuruluşları yayın ilkelerini bir kenara iterek
yayıncılık yapıyor." Tarih, kitle gazete ve televizyonlarının bu kadar
marjinal yayınlar yaptığına şahit olmadı. Sözler çarpıtılıyor, bilgiler
karıştırılıyor, olaylar yanlış aktarılıyor, kirletilmiş bilgilere yer
veriliyor, kara propagandanın esaretine giriliyor. Bu arada Susurluk
benzeri yapılanmalar karşısında sus-pus olunuyor. Her neyse...
Türkiye bir haftadır hop oturup hop kalkıyor. CHP Genel
Sekreteri Önder Sav bir valiyle partideki odasında görüşme yapıyor. Bu
tuhaf görüşme kelimesi kelimesine Vakit azetesinde yayınlanıyor. CHP
önce sükût ediyor; ama sonra birden "Telefonlarımız dinleniyor" diye
feryadı basıyor. Medyanın bir kısmı daha ilk dakikadan Watergate
skandalına göndermeler yapıyor. Tamam, iddia çok vahim; ancak bu kadar
acele edip ahkâm kesmeye gerek var mı? Zaman'ın yaptığı gibi "Kanun
dışı dinleme varsa şerefsizliktir; böyle bir şey yoksa masum insanları
suçlamak da şerefsizliktir" tavrı ortaya koymak çok mu zor? Medya sınıfta kaldı; çünkü daha ilk dakikadan CHP'nin
dolmuşuna bindi. Önder Sav siyaset hayatının en vahim hatalarından
birini yapmış, hacca gidecek CHP'li bir vatandaşımızın şahsında bütün
Müslümanları aşağılamıştı. Basit bir özür bekliyordu kamuoyu. Ya Sav,
ya ****** bir şeyler demeli, kamuoyunu rahatlatmalıydı. CHP öyle
yapmadı ve "dinleniyoruz" savıyla taarruza geçti. Meğer medyanın bir
bölümü hazır kıta gibi bekliyormuş. Hükümeti istifaya davet edecek
yayınlar yapıldı. Ancak bugün çok net anlaşılıyor ki telekulak diye
nakledilen olay çok basit: Önder Sav, Vali Bey'den "N'olacak bu CHP'nin
hali" başlıklı brifingi(!) alırken kendini arayan Vakit muhabirine "bir
dakika" dedikten sonra telefonunu açık unutarak 44 dakikalık tuhaf bir
röportaj (!) imkânı sunmuş. Bu durum Telekom'un verdiği telefon
görüşmeleri dökümünde gayet net ve belgeli bir şekilde ispatlanıyor.
Şimdi ne olacak? Önce olayın siyasi sorumlularının yapması
gereken şeyler var, sonra medyanın. Sav'ı geçen hafta yapacağı bir özür
açıklaması kurtaracaktı. Şimdi özür ne Sav'ı kurtarır ne CHP'yi. Ülkeyi
bir kaosa sürüklercesine yaptığı "Dinleniyorum" açıklamasının bir
unutkanlığa dayandığı; ancak bu iddia yüzünden toplumsal gerginliğin
zirve yaptığı düşünülürse tek çare kalıyor: İstifa! Yılların
siyasetçisi Deniz ****** da bu olayda üzücü hatalar yaptı. Çok uzun
zamandır "asabı bozuk siyasetçi" rolünde görünen Deniz Bey'in bazı
açıklamalarını hayretle izliyorum. ****** bu değil; bu olmamalı. Bunun
CHP'ye de faydası yok ******'a da. "Hele şu işin aslını bir öğrenelim"
deyip savcılığa başvuracağı yerde kameraların önüne çıkıp hiddet ve
şiddetle bir şeyler söylemek; hatta MKYK toplantısında tuhaf iddiaları
dile getirip medyaya sızmasına göz yummak Deniz Bey'in tecrübe ve
kibarlığına yakışmıyor...
Bir tek Taraf gazetesi ilkeli davrandı...
Asıl vahim durum medyada. Lütfen cuma günkü Zaman'a bakın;
oradaki başlığa dikkat edin: "Dinlenme iddiası psikolojik harbe
dönüştürülüyor". Biz bu başlığı atarken ortada henüz Telekom'dan gelen
belge yoktu. Ancak manzara çok açıktı: Bir kısım medya CHP'nin dinlenme
iddiasını psikolojik bir harbin kara propagandasına çevirmişti.
Hükümeti eleştirmek başka bir şeydir; mahkûm etmek başka. Kuşku
duymakla yargıda bulunmak aynı anlama gelebilir mi? Koskoca adamlar
büyük bir şehvetle ellerine kalemleri alıp Watergate edebiyatı
yaptılar. Ayıp olmadı mı şimdi? Belgeler dinleme yerine unutma fiilini
işaretleyince yüzlerin kızarması gerekiyor. Nitekim cumartesi
gazetelerinin tamamında "CHP çöktü" teması işleniyordu. Oysa birkaç gün
önce İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ı dinleseler bugün bu kadar mahcup
olmayacaklardı. Son dönemde Emniyet'i linç etme alışkanlığı kesbeden
medya, Bakan Bey'i dinlemiyor; Emniyet'e alınan bazı teknik
cihazlardan, özel bir birimden, onların askeriyeyi dinlediğinden
(fitneye bakar mısınız?) bahsediyordu.
Bu arada bir başka ayıp daha ortaya çıktı. Bazı insanlar bu
ülkede ne yaşansa Fethullah Gülen'i suçluyor. Ayıptan da öte bir şey
bu! Sav meselesinde de F tipi örgütlenme deyip saldırıya geçtiler.
Benzer taarruzu Şemdinli'de de yapmış en küçük bir delil ortaya
koyamadan kara propagandaya alet olmuşlardı. Buna benzer onlarca hadise
var; hiçbirinde zerre miktar delil yok. Herkes de biliyor ki bu
alçaklığı kendini psikolojik harp uzmanı sananlar "karşı propaganda"
için yapıyor. Bahsi geçen olaylar hep elektronik ortamla ilgili; yani
iz bırakılmaması, tespit edilmemesi, ortaya çıkarılmaması mümkün değil.
Ancak mankafa bir inatla insanlar suçlanıyor. Sav olayında da öyle
oldu. Bu konuda açıkça suçlama yapan arkadaşlar şeref ve onurlarını
korumak istiyorsa ya özür dilesinler ya da aynı hatayı artık
tekrarlamasınlar. Daha önce de söyledim "F tipi" diye yalan-yanlış
bilgi verenler, alfabenin en başına dönmeli. Çünkü bir başkası da çıkar
A tipi örgütlenmeden bahsedip bazı inanç odakları olduğunu, B tipi
örgütlenmeden söz edip Yeniçeri'nin de bizar kaldığı bir kadrolaşma
yaşandığını, C tipi örgütlenmeden yakınıp bazı aşiret ilişkilerinin
devlete sızdığını, D tipi örgütlenmeden bahis açıp etnik kökenlerin
gizlendiğini, E tipi örgütlenmeden dem vurarak Osmanlı'nın son
dönemlerinde başlayan bazı gizli yapıların olduğunu söyleyiverir. O
zaman işin içinden hiç çıkılamaz. Bu tür suçlamalar, yakıştırmalar
başladı mı hiçbir aşiret, hiçbir loca, hiçbir inanç, tartışma konusu
olmaktan kurtulamaz. Devlet görevlilerinin sosyal kimlikleri hiç
kimseyi ilgilendirmez; önemli olan görevini adam gibi yaparak
vazifesini kanunlar çerçevesinde yerine getirmesidir. Aslında medya Paksüt olayındaki hatasından ders
çıkarabilseydi, Önder Sav faciası yaşanmayacaktı. Çünkü Paksüt'ün
dinlenmediği delillerle ispat edildi. Şimdi yaşanan tam bir faciadır.
Alelacele Watergate benzetmesi yapanlar, medyagate skandalına yol açtı.
Yaşananlar hem mesleğimizin itibarını sarsıyor hem demokrasimizin
imajını zedeliyor. Ders olsun artık! Sav skandalından da ders
çıkarılmazsa bizim medyanın dibe vuruş sendromundan kurtulması mümkün
değil. Cumartesi gazetelerine bakın; sadece Taraf acele ettiğini
söylüyor ve okurundan özür diliyor. Peki, ya diğerleri? Bu vahim hata
da ders olmayacaksa...