Rambo’dan seyirciye tuzak
BURÇİN S. YALÇINSylvester Stallone, Rocky serisine altıncı halkayı eklediğinde bu onu
bu sayfalarda da uğurlamıştık. Şimdi sıra Rambo’da. “İlk Kan” serisine
çektiği dördüncü film “John Rambo”yla Stallone, bir kahramanını daha
son kez tozlu mahzeninden çıkarıyor.Tıpkı Rocky gibi, John
Rambo da sinema tarihinin en nadide kahramanlarından biri. Yıllar yılı
faşizan eylemlerinin peşi sıra bizi de sürükleyerek kendisine karşı
içimizde beslediğimiz ikircikli bir canavarın büyümesine engel olamadı.
Hadi bu canavarın ismini koymaktan kaçmayalım: İntikam… John Rambo,
Amerikan sağının 1980’ler sinemasındaki bir numaralı tetikçisine,
dönemin ABD başkanı Reagan’ın neredeyse sağ koluna dönüşmüştü 80’lerin
sonuna doğru. (Bunda Sylvester Stallone’nin de sağa meyleden politik
görüşünün ve zamanlamasını buna göre şekillendirdiği filmografisinin
payı vardır, hatırlarsanız 1985 yapımı “Rocky IV”te de Rus boksör Ivan
Drago’yu Sovyetler Birliği bayrağının önünde yere seriyordu.) 1985
yazında gösterime giren “İlk Kan 2”de Vietnam’daki Amerikalı esirleri
kurtardığı sıralarda Reagan da gerçek hayatta (haziran ayında)
Lübnan’da rehin alınan 39 Amerikalının salıverilmesi için ter
döküyordu. Ve rehinelerinin serbest bırakılmasının ardından Amerikan
kamuoyuna ağzından şu cümleler dökülecekti: “Geçen gece Rambo’yu
izledikten sonra, artık benzer bir olay başımıza geldiğinde ne
yapılacağını biliyorum.” Sadece bu sözleri duyan birisi bile Rambo
isminin 1980’leri tanımlayan birkaç kelimeden biri olduğuna
hükmedebilir. Sadece toplumsal olarak değil, politik olarak da… 1988’de
“Rambo III”te gerçek bir ‘komünist-savar’ görevi gördükten ve
Sovyetler’e gereken dersi verdikten yalnızca birkaç yıl sonra,
biliyorsunuz, Doğu Bloku çöktü; sinemasal anlamda da tıpkı Chuck
Norris, Rambo ve elbette James Bond gibi Soğuk Savaş’ın kirli
çarklarından beslenen kimi aksiyon kahramanlarının misyonlarının da
böylece sona erdiğini sanıyorduk ama yanılmışız. En azından son
ikisinde… Bond, nazar değmesin, belki de en kârlı maceralarını Soğuk
Savaş ertesinde yaşadı. Ve nihayet Rambo da tam 20 yıl sonra o dillere
destan bıçağını eline alıyor.
O bir Yeşil Bereli!Kim ne derse desin, Rambo bir dönemin simgesi. Ve o simge bir
şekilde bugüne damgasını vurmak için geri dönüyor. Gelin önce eski
filmlere bir göz atalım, oradan da yeni filmdeki görevi kısaca
inceleyelim. Her Rambo filmi, kahramanına da savaşmak için bir bahane, bir
misyon biçer. İlk film “İlk Kan”, Vietnam’dan yorgun argın dönen bir
gazi olarak resmeder onu. Savaştaki yakın bir silah arkadaşını ziyarete
gelmiş; ama ne yazık ki savaşta Amerika’nın kullandığı kimi kimyasal
bombaların da etkisiyle erken yaşta bu dünyadan göçüp gitmiştir bu
arkadaş. Kasabadan ayrılacakken şerifin küçük çaplı bir tacizine uğrar
ve kısa sürede kendisini kodeste bulur. Amerikan tarzı bir işkenceden
geçtikten sonra hücresinden kaçar ve intikam alabilmek için de soluğu
ormanda alır… İlk filmi izleyenler sanırım hemfikirlerdir, fikirsel bazda
Rambo serisinin politik anlamda en doğru doneler üstünde akan filmi
budur. Kaybedilmiş bir savaştan dönmüş bir kahramandır o; ama her
nasılsa beklediği destekten ziyade ummadığı bir köstekle selamlanır
kasabanın şerifi tarafından. Zaten Rambo’nun yıldızının otoriteyle asla
barışmadığı serinin sıkı takipçilerinin onaylayacağı bir gerçektir.
Tabii büyük bir sadakatle bir dediğini iki etmediği, akıl hocası Albay
Samuel Trautman’ı saymazsak… İlk filmin yakaladığı büyük popülariteyi, üç yıl sonraki devam
filmi “İlk Kan 2” izledi. Rambo bu kez Vietnam’da mahsur kalmış
Amerikan esirlerine el veriyordu. Bu misyonla neredeyse tüm bir Vietnam
savaşının intikamını almayı başarıyor, bir kez daha savaş alanından
büyük bir zaferle ayrılıyordu. Üçüncü filmde Sovyetler’in eline düşen albayı için canını hiçe
sayıyor, üstelik görevinin sonunda albayını ipten almakla kalmıyor, tüm
Afganistan’ı işgalden kurtarıyordu. Dimyat’a bulgura giderken avuç avuç
pirinçle dönmek gibi bir şeydi bu muhakkak. Ekran kararmadan önce “Bu
film cesur Afgan mücahitlerine adanmıştır” ibaresini okumanız bile
mümkündü. Şimdi gerekliliği tartışılır dördüncü bir filmde, üstelik ilk
kez seri boyunca Stallone’nin yönetmenliği altında, Rambo tekrar sinema
perdesinden bizlere bubi tuzağı kurmaya hazırlanıyor. Irak’ta Amerikan
askerleri insanlığı ayaklar altında dümdüz ederken, o da utanmadan
soluğu bir kez daha Uzakdoğu’da alıyor. Stallone’ye yakın tarihte
bununla ilgili bir soru sorulmuş: ‘Sizce neden Rambo, Irak’ta değil de,
artık Tayland’da devam ediyor eylemlerine?’ Cevabı basit. “Çünkü eğer
görevi Irak’a taşısaydım, oradaki askerlerimize saygısızlık etmiş
olurdum.” Evet, böyle buyuruyor Stallone ve açıkçası kurşunlarını işine
geldiği insanlara işine geldiği biçimlerde dağıtma politikasını da
iyiden iyiye ele veriyor. Serinin dördüncü filmi şu sıralar Amerikan gişelerinde eski
filmlerinkini mumla aratan bir performansa imza atmakta. Ama yine de
bu, o kadar olmasa da, bu filmin de belli ölçüde ilgi gördüğü gerçeğini
değiştirmiyor. Stallone bir kez daha içindeki canavarı sinemaya
salıyor. Enikonu bir karşılık da alıyor.
“Rambo III”te işkence altındayken Rambo’yu nasıl bulabileceğini
soran Sovyet askerine Albay Trautman’ın da dediği gibi: “Sizin onu
bulmanıza gerek yok, o sizi bulur.” Gerçekten de öyle, John Rambo bizi
bir kez daha buluyor…