Ülfet nedir
ve menfi tesirleri nelerden ibarettir?
Ülfet; alışıklık, dostluk, muhabbet
karşılığı bir kelimedir. Burada kasdedilen ma'nâ ise, az çok bunlarla alâkası
bulunmakla beraber, daha geniş ve daha şümûllüdür.
İnsanın eşyâ ve hâdiselerle
münâsebeti, böyle bir münasebetten hâsıl olan ma'nâlar ve bu ma'nâların vicdan
derûnunda bırakacağı akisler, esintiler ve daha sonra insanın davranışlarında
beliren farklılıklar.. bir düzine vak'alardır ki, birbirini netice veren bütün bu
şeinlerle, ruh canlı, dinamik ve duyarlı kalır.
Evet, varlığın güzellik ve
câzibesine karşı insanın duyacağı hayranlık, kezâ bir saat gibi işleyen umumi
nizama karşı onun içinde uyanan merak ve tecessüs, keşfettiği her yeni şeyle
vâsıl olduğu irfan ve daha derinlere inme arzusu; nihayet bu bilgi parçacıklarını
biraraya getirerek derli toplu düşünmeye ulaşması, onu her hâdise karşısında
duyarlılığa, zihnî cevvâliyete, rûhî faâliyete ve daima uyanık bulunmaya
sevkeder.
Aksine, etrafındaki binbir güzellik
cümbüşünü duyup görmemesi ve birbiriyle uyum içinde olan kombinezonlar
karşısında hissiz ve alâkasız kalması; gördüğü şeylerin sebeb ve hikmetlerine
inememesi; gördüğü şeyleri görüp geçmesi; ruhunda bir türlü irfana erememesi,
onun duygusuzluğunun, rûhî ölgünlüğünün ve gözleri kapalı yaşamasının
ifâdesidir ki; böylelerine, ne kâinatın esrarlı kitabı, ne de hergün gözleri
önünde enfüsün yaprak yaprak açılması hiçbir şey anlatamayacaktır. "Üzerine
uğrayıp geçtikleri nice mucize (ve hârikalar) vardır ki, ondan yüz
çevirip durmuşlardır. "(k) Yararlanamamışlardır olup bitenlerden; ibret
alamamışlardır doğup batanlardan!..
Etrafında olup bitenleri sezen bir
insanın, varlığa karşı duyduğu hayranlık ve tecessüs, onun için, önü sonu
olmayan nâmütenahî denizlere açılma gibidir. Bu seyahatin her merhalesinde kendisine
esrarlı sarayların altın anahtarları verilir. Dupduru gönlüyle, kanatlanan
duygularıyla, terkibci zihniyle, ilham esintilerine hazır ruhuyla teveccüh edip
yürüdükçe ve emip hazmettiği şeyleri vicdanına duyurdukça "her taraf
bağ-ı irem" olan düşünce dünyasında cennet bağları serpilip gelişmeye
başlar.
Bu rûh ve bu anlayışa eremeyenler ise,
etraflarını çepeçevre saran alışkanlıklar çeperinden bir türlü dışarıya
çıkamadıkları için, eşya ve hâdiselerin monotonluğundan şikâyet eder dururlar.
Bunların nazarında herşey kaos, herşey karanlık ve mânâsızdır. "Her
mûcizeyi de görseler yine ona inanmazlar". Dimağlarında zincir,
ruhlarında bukağı ve "kalblerine mühür vurulmuştur, anlamazlar"
Böylelerinden hiçbir hayır ve semere beklenemez, bunlardan bir şeyler ümid etmek
beyhûdedir.
Bir de bilip duyduktan, görüp
anladıktan veya öyle olduğunu zannettikden sonra, alışkanlığa dönüp gömülme
vardır ki; her hâlde suâlle öğrenilmek istenen de budur. Yânî, bir parça görüp
bildikten, az buçuk inanıp irfana erdikten sonra, değişen dünyâlar, yenileşen
güzellikler; derinleşmeyi, buûtlaşmayı gerektirdiği hâlde alâka ve
duyarlılığını yitirip hiçbir şeyden ders almama vardır ki, maâzallâh, bu hâl
insan için bir sukut ve duygularının ölümü demektir.
Böyle bir duruma dûçar olan, eğer tez
elden gözünün çapaklarını silip, eşyadaki hikmet inceliklerini anlamaya koşmaz ve
koşdurulmazsa; kulağını açıp mele-i a'lâ'dan gelen ilâhî mesajları dinleyip
anlamaya koyulmazsa, içden içe yanıp karbonlaşması ve devrilip gitmesi mukadderdir.
Bunun içindir ki, kâinatın Nâzımı
Yüce Yaratıcı, dâima değişik ses ve soluklarla ders ve îkazlarda bulunup, hep yeni
yeni, açık dilli ve açık mûcizeli sâfî mürşidler göndererek, ezelî nutkunu
tekrar ettirip gönüllere fer, bakışlara da aydınlık getirmiştir. Ve, yine onun
içindir ki, insanların alışkanlık peydâ ettikleri şeylere karşı, daima onların
vicdanlarını uyarmış ve aklın eline verdiği tabloların tekrar tekrar gözden
geçirilmesini istemiştir.
Evet, O kitabında, insanoğlunun
yaratılıp yeryüzüne yayılması; bir hayat arkadaşıyla huzur ve itmi'nana
kavuşması; göklerin ve yerin hilkatindeki azamet ve ihtişâmı; dillerin; lehçelerin
ihtilâfı gibi düşünmeyi gerektiren hususları, gece ve gündüz deverânının
getirdiklerini, şimşek ve yağmurla gelen rahmet gibi şeyleri, değişik ifâdelerle o
kadar çok zikretmiştir ki, düşünen, bilen, duyan ve aklını kullananlar için,
hiçbir alışkanlık ve ülfete mahâl bırakmamıştır. "O'nun âyetlerinden
(kudretinin mucizelerinden) biri de, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz
yeryüzüııe yayılan insanlar oluverdiniz. O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşıp
itmi'nana ermeniz için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve
aranıza sevgi ve merhamet koymasıdrr. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum,
için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de göklerin ve yerin
yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda
bilenler için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de geceleyin uyumanız ve
gündüzleri O'nun lütfundan rızık ve nasibinizi aramanızdır. Şüphesiz bunda
işiten bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de, size korku
ve ümit dolu şimşeği göstermesi, gökden su indirip öldükten sonra
onunla yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için
ibretler vardır. "(Rürı,, 20-24) Semavî beyâıı, daha yüzlerce îkaz ve
irşadlarıyla, yanından geçip yüzünü göremediğimiz, binlerce hârika ve mucizeye
dikkatimizi çekerek, ülfeti dağıtmaktadır. Ama yine de herbiri bir bülbül gibi
şakıyan hâdiseleri görüp hissedemezler. "O mâhiler ki, deryada yaşar,
deryayı bilmezler.'
Bundan başka bir de, düşünce ve
tasavvurdaki ülfetin, insanın davranışlarına,ibadetlerine aksetmesi vardır ki,ferdin
aşk, vecd ve heyecânının ölümü demektir. Bu duruma düşen fertte, ibadet aşkı,
mesuliyet duygusu" mâsiyetten nefret, günahlarına ağlama gibi şeyler bütün
bütün zâil olur gider. Bundan böyle onu, eski hâline ircâ da, oldukça zordur. Çok
temiz soluklar, dupduru hatırlatmalar gerektir ki, o, yeniden kendini bulsun; etrafını
görsün ve gönlüne inip çıkana nigehbân olsun.
İnsanoğlunda, yepyeni bir rûh
mayalamak için, gelen her yeni nefes, ona bu mânâyı fısıldamışdır. Evet,
insanlık için eskime ve kadavralaşma mukadderdir; ama, kendini yenilemek de imkânsız
değildir. Elverir ki katılaşmasına karşı ruhuna neşter çalan ele saygılı
olunsun. "Hâlâ insanlar için vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah'ın (C.C)
zikrine ve inen hakikata saygrlı olup da, bundan önce kendilerine kitab
verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir zaman geçmesiyle kalbleri katılaşmış
ve çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar. "(Hadîd, 16)
Hülâsa olarak diyebiliriz ki, ülfet,
insanoğluna musallat büyük bir musîbettir. Ve çokları da, bu musibete giriftâr
olmaktadır. Bu duruma düşen kimse, etrafında olup biten şeylere karşı gâfil;
kâinat kitabındaki güzelliklere karşı kör ve hâdiselerin hak söyleyen dillerine
karşı sağırdır. Bu îtibarla da, inancında sığ ve yetersiz, ibadetinde aşksız ve
vecdsiz, beşerî muamelelerinde de muhasebesiz ve haksızdır. Onun bu durumdan
kurtarılması, kuvvetli bir inâyet elinin uzanmasına; kulağını işitir, gözünü
görür kılmasına vâbestedir.
Bunun için de ülfete düşenlere,
âfâkî ve enfüsî sağlam bir tefekkür; ölüm ve âhirete ait levhaların
düşündürülmesi; çeşitli hizmet müesseselerinin gezdirilip gösterilmesi; dînî ve
içtimâî bir kısım vazîfelere zorlanması... ayrıca böylelerine mâzînin altın
sayfaları sık sık mütâlâa ettirilerek şanlı geçmişlerimizin nazara verilmesi;
düşünce ufku aydın, vecd ve heyecan insanlarıyla karşılaştırılmaları gibi
sebeblerle kendilerini yenilemelerine zemin hazırlanmalıdır.
Kısaca arzedilen bu altı husus gibi,
yapılacak ve söylenecek başka hususlar da olabilir; ancak biz, bir fikir
verebildiğimiz kanaatıyla bu kadarını kâfî görüyoruz.
Kalbler'ın anahtarı elinde olanın,
ülfetimizi gidermesi dileğiyle. .