Sahabe-i Kiram, çocukları ve hanımları, kendi şehitleri için ağlayacakları vakit evvela, Hz. Hamza için ağlarlarlardı, deniliyor. Sebebini anlatır mısınız?
Uzun süre öyle oldu. Efendimizin bu mevzûdaki hassasiyetini öyle tevil ve tefsir ettiler.
Hz. Hamza'nın Hâşimoğlulları içinde durumu mertçe ve erkekçeydi. O bir şimşek gibi çakmış ve gitmişti. Ardından neslini devam ettirecek kimseleri de bırakmamıştı. Nasıl kendine has bir hayat yaşadı gidişi de yine kendine has oldu ve geriye kimseyi bırakmadan gitti. Fakat buna karşılık O, hepimizin gönlünde öyle bir yer tutmuştur ki, kabûl buyursaydı, evlâdı değil kapısının kıtmiri olur, yüzümüzü ayaklarına sürerdik.
Onun İslâma girişi, aynı zamanda müslümanların ikbâl döneminin başlangıcıydı. İki Cihân Serveri onu hem çok sever hem de onunla iftihâr ederdi. O kadar ki bir defasında Hz. Hamza -içki yasak edilmediği günlerden birinde- içmiş ve sarhoş olmuştu. İşlediği bir hatadan dolayı belki onu itâp etmek üzere gelen Allah Rasûlü, onu bu halde görmüş ve sarhoşliığun te'siriyle söylediği bazı hezeyânları da duymuştu. Fakat ona, hiçbir itâbda bulunmadan dönüp gerisin geri
ye gitmişti. Allah Rasûlü belki de, kayar gider diye endişe ediyordu. Belki de ileride yapacağı büyük işleri biliyor, onu bu istikbâliyle alkışlıyordu..
Hz. Hamza Uhud gibi sarp bir yokuşa çarpınca, orada kendisine yakışır şekilde şehid oldu. Hiçbir şehide, hiçbir gâziye o kadar yiğitlik nasip olmamıştır.
Târihçilerin bize verdiği bilgiye göre, o gün tam otuzüç kişiyi öldürmüş, sonra şehid olmuştu. Düşünün ölen müşriklerin yarıya yakınını o haklıyor, sonrada vücudu paramparça hale getiriliyordu. Kızkardeşi Safiyye, onun mübârek naşının üzerine abanıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kimbilir belki bir taraftan da vücudundan kopan parçaları toplamaya çalışıyordu. Evet, bir taraftan Hz. Hamzânın hali, diğer taraftan Allah Rasûlünün halası Zübeyr''in anası olan Safiyye’nin hali İki Cihân Serverine çok dokunuyor ve onu rikkate getiriyordu. Müslümanlardan yaralanmayan kalmamıştı. Altmışdokuz kadar da şehid verilmişdi. Medine'ye dönüşte herkes kendi yakını için gözyaşı döküyordu. Ölenler için ağlanıyor, yaralananlar için ağlanıyor ve yaralanıp da evinde ölenler için feryadlar yükseliyordu. O hengâmede unutulan birisi vardı ki, O'na göz yaşı döken yoktu. Şehidlerin efendisiydi ama, onun için kimse ağlamıyordu. İşte bu manzara Allah Rasûlünü tekrar rikkate getirdi. Dudaklarından dökülen sözler âdeta kırık bir kalbin iniltileri gibiydi "Fakat Hamza'nın ağlayanı yok" buyurdu. Sa'd b.Ubâde bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Koşarak Ensâr kadınlarını biraraya topladı. Hepsini Hamza'nın kapısı önüne götürdü. "Evvela Hamzaya ağlayın sonra kendi ölülerinize" dedi. Daha sonra da, bu bir âdet haline geldi. Gerçi bu âdet günümüze kadar devam etmedi, belli bir devreden sonra kesildi. Ne var ki, kıyâmete kadar bütün müslümanlar, kendi cenâzelerinden evvel Hamza'ya ağlasalardı, o bile Allah'ın arslanına az gelirdi...
Ayrıca bizlerdeki Hz. Hamza sevgisi bizzât onun şahsından kaynaklanmıyor. Allah Rasûlü onu seviyordu, biz de seviyoruz. Cenâb-ı Hakk onu seviyordu ve gökte onun adı "Esedullâh-Allah'ın arslanı" olarak yazılıyordu, biz de bundan dolayı onu seviyoruz.
Bir de onun Allah Rasûlüne olan kurbiyetinden dolayı taşıdığı bir ma'nâ vardır ki, o bizim görüş ufkumuzun dışındadır. Nazarlarımız oraya ulaşamıyor. Hz.Ca'fer için de Allah Rasûlü başka türlü davranmıştı. "Şekliyle, ahlâkıyla bana benziyor" dediği bu şerefli sahâbî, şehid olunca gitmiş bütün çocuklarını teker teker kucaklamış ve onları göz yaşlarıyla yıkamıştı. Onda da Allah Rasûlüne yakınlıktan dolayı bir ma'nâ vardı ki onu da biz yine anlayamıyoruz.
Belki Aleyhis'salâtü vesselâm'ın bu mevzûda gösterdiği hassasiyet, Cenâb-ı Hakk'ın bakışına göre bir vaziyet almanın ifâdesiydi. Görüyorsunuz, Uhud'da şehid olan bunca sahâbî vardır. Vardır ama, çok ehli keşfin müşâhedesiyle kim darda kalsa ve "Hamza" dese, atıyla kılıcıyla Hz. Hamza orada beliriverir. Bu ona âit bir husûsiyettir.
Daha sonraları bir o kadar ağır şartlar altında mücâdele veren insanlar, yiğitler olabilir ve bunlar kurşunlar altında, delik deşik olmuş vaziyette can da verebilirler. Fakat işin başında ve kuruluş devresinde, çok ağır şartlar altında ve Allah Rasûlünün aydınlık atmosferi içinde mücâdele veren o insanlarla kimse kıyâs edilemez. Onlar arasında da Hz. Hamza'nın ise, husûsi bir yeri vardır. Bu arada, cibillî karâbetten dolayı, duyulan bir alâka şeklinde te'vîl etmek isteyenler de çıkabilir ama, önemsenmeyecek kadar zayıftır.