DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 TABİAT, TABİAT KANUNLARI VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ultrAslan
Admin
Admin
ultrAslan


Erkek Mesaj Sayısı : 1864
Location : İstanbul
Kayıt tarihi : 04/04/08

TABİAT, TABİAT KANUNLARI  VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR? Empty
MesajKonu: TABİAT, TABİAT KANUNLARI VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR?   TABİAT, TABİAT KANUNLARI  VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR? EmptyCuma Haz. 27, 2008 7:31 pm

TABİAT, TABİAT KANUNLARI VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR?

1- Kanunlar ve sebepler, birer vasıta ve perde olup, yukardan gelen emir ve talimât, bu vasıtaların perdedarlığı arkasında taallûk noktalarına ulaşır.

Cenâb-ı Hakk, madde âlemini yaratırken, tabiatın ayrılmaz zâtî bir vasfı ve özelliği olarak, tabiat kanunlarıyla sebepleri de beraber yaratmıştır. İlk yaratılışa verilen “Ol” emriyle varlık sahasına girenler, aynı zamanda bu hususiyetle de mücehhez olarak bu sahaya girerler. “Ve, ona herşeyden bir sebep verdik” (Kehf, 18/84) âyeti de, bu hakikatı ifade etmektedir.

Ancak bütün bu sebep ve kanunlar, Cenâb-ı Hakk'ın izzet ve azametine birer perde olup, onların ardında hakiki icraatta bulunan ve varlığı -sebepler dahil- yaratan, yine Allah (cc)'dır. Kanun ve sebepler, o Kudret'ten gelen hakikî tasarruf ve tesirleri neşr ve ilân etmekle vazifeli, O’nun izzetini aklın zâhirî değerlendirmelerine karşı muhafaza eden tenteneli birer perde hükmündedir.

İnsanlar arasında bulunan makam sahiplerinin bile bir izzet, azamet ve haysiyetleri vardır ve bundan dolayıdır ki, bir takım vasıtalarla ve perde arkasından icraatta bulunurlar. Her dairede yapılan işlere bizzat müdahele edip, ortada görünmezler ve izzet ve azametleri adına işleri başkalarına gördürüp, başkalarını kullanırlar. Sözgelimi, bir devlet başkanı, belediye zabıtası gibi elinde makbuz çarşı-pazarı bizzat denetlemez; zira makam ve mevkii, buna müsaade etmez. Bir general, koğuşların temizliği, karavana taşınması ve silah bakımı gibi vazifeleri erlere gördürür ve kendisi, rütbe ve makamı adına o vazifelerde bizzat görünmez. -Teşbihte hata olmasın- aynen bunun gibi, Kâinatın ve bütün mevcudatın tek sahip ve hâkimi olan Allah (cc) de, kâinatta cereyan eden bütün hâdiseleri, kanun ve sebepleri perde yaparak sevk ve idare etmektedir. Zirâ izzet ve azamet, bunu gerektirir. Bir farkla ki, Allah (cc)’ın izzet ve azemetine perde yaptığı şeyler için hakîkî te’sir bahis mevzûu değildir.

Demek oluyor ki, kanun ve sebepler, hükümetin bir kalem dairesi hükmünde olup, yukarıdan gelen emir ve talimâtın tatbiki o daireden, o vasıta ve sebeplerle irtibatlandırılmaktadır. Gerçekte bütün işleri gören ve gördüren ise, Allah (cc)’dır.

2- Tabiat kanunları ve sebepler, haksız şikâyetlere ilk hedef olsunlar diye yaratılmıştır:

Eşya ve hâdiselerin iki yönü vardır: Mülk ve Melekût, diğer bir ifadeyle, iç ve dış.. tıpkı ayna gibi. Onun bir yüzü şeffaf, berrak, kirsiz, temiz, güzel ve kusursuz; diğer yüzü ise kesif, kirli, çirkin ve kusurludur. Bunun gibi, eşya ve hâdiselerin de melekût yönü dediğimiz iç yüzünde kanun ve sebepler bulunmadığı için, o yüzde kir, çirkinlik ve kusur yoktur. Burada herşey berrak, pırıl-pırıl ve tertemizdir. Hayat, nur ve rahmet, bu yüze sadece üç misâldir.. Mülk yönü dediğimiz dış yüzünde ise, Cenâb-ı Hakk'ın izzet ve azametine, kemâl ve cemâline muhalif, göze, kulağa ve buruna, hattâ hayâl ve düşünceye hoş gelmeyen bir takım haller bulunur ki, işte kanun ve sebepler, bu gibi durumlarda perde, bazan da hedef olsunlar diye yaratılmışlardır. Cenâb-ı Hakk, icraatını bu sebep ve perdelerin verâsında sürdürmektedir. Ayrıca, haksız ve yersiz şikâyetlerin doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılmamasını te’min hikmeti de, sebep ve kanunların yaratılmasını iktiza etmiştir. Zira, gafil ve cahil kimseler, çok defa eşya ve hâdiselerdeki ince ve derin hikmetleri, neticede saklı nice güzellikleri göremediklerinden, şikâyetlerini bizzat Cenâb-ı Hakk'a tevcih eder ve O'ndan şikâyette bulunurlar. Halbuki böyle bir şikâyet, şikâyet edilen husustan daha büyük bir felâkettir. Evet, çok defa şikâyete sebep olan felâket, kendinden daha büyük yeni bir felâket getirir. İşte, Rahmân ve Rahîm olan Yüce Zât (cc), sonsuz bir rahmet eseri olarak, icraatını esbap ve perdelere sarıp sarmalamakla kullarının hakikî felâketten kurtulmalarını dilemiş ve onlara mazeretler bahşetmiştir.

Bunun içindir ki, gönül meyvesini kaybetmiş bağrı yanık ananın feryadında gizli olan şikâyet, hastalık ve musibet perdesine sarılmış ve böylece o ana, evlâdını kaybetmekten daha büyük bir felâket olan Cenâb-ı Hakk'a karşı küstahlıktan kurtarılmıştır. Kullarına karşı bu kadar şefkatli davranan Rabbimiz ne büyük ve büyüklük ifadesi, O’nun gerçek büyüklüğü yanında ne kadar küçüktür!..

3- Tabiat kanunları ve sebepler, sonsuz İlâhî san’- atı nazara vermek için yaratılmıştır:

San’atkârın büyüklüğü, eserinin kıymetiyle takdir edilir. Cıvıl cıvıl kuşlar, rengârenk çiçekler ve en küçük varlıkta müşahede edilen hârika san’at incelikleri ve daha neler neler!. Evet, bütün bunlarda Allah (cc), tabiat diliyle isim ve sıfatlarını terennüm ettiriyor ve bu isim ve sıfatların tecellilerini sebepler adı altında teşhir ederek, şuurlu varlıklarına seyrettiriyor.. Kendisi de, onların hayret ve hayranlıklarını seyrediyor.

Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek ister. Dünyada, beşerin pür-kusur san’-atkârlarında dahi görülen böyle bir hazza meftuniyet, galeri ve sergiler adı altında teşhir ediliyor ve bu galeri ve sergilerden hergün biri kapanıp, diğeri açılıyor. Halbuki beşerdeki cemâl ve kemâl, Mutlak Cemâl ve Kemâl Sahibi’ni anlamada bir ölçü birimi olarak, hem de en asgari seviyede bulunmaktadır. Bununla beraber, böyle bir ölçü adesesiyle dahi olsa, Mutlak Cemâl ve Kemâl sahibi olan Cenâb-ı Hakk’ın kendi cemâl ve kemâlini görme ve gösterme isteğiyle tabiatı bir teşhir salonu hâline getirmesindeki yüce irade ve meşîetini idrak edip anlamak, her zaman mümkündür. Bu idrak ve anlayıştır ki, insanı O’nun tesbih ve takdisine sevkeder. Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve takdis etmek, ibadet ve kulluk şuurundan kaynaklanır. Böyle bir kulluk ise, insanın, hattâ bütün varlığın yaratılış gayesidir. İşte sebepler merdiveni, bizi böyle bir gayeye doğru yol aldırıp ufka yaklaştırması bakımından da önemlidir..

4- Tabiat kanunu ve sebeplerde tedricîlik:

Tabiat kanunu ve sebeplerde tedricilik esastır. Bu da, İlâhî san’atın büyüklüğünü isbat eden en sırlı delillerindendir. Çünkü, her kademe ve her safhada ayrı ayrı isimlerin tecellilerini göstermesi ve bütünde var olan san’at harikalığının bir organizmanın değişik teşekkül safhalarını meydana getiren bütün bölümlerinde de bulunması, sadece Cenâb-ı Hakk'ın san’atına has ve O yüce san’atkâra mahsus bir özelliktir. Böyle bir hususiyeti başka hiçbir san’at eserinde görmek ve göstermek mümkün değildir.

5- Tabiat kanunları ve sebepler, hikmet yurdunda bulunmamızın muktezası ve neticesidir:

Ahiret dârü’l-kudret, dünya ise dârü’l-hikmettir. Yani, ahirette daha çok kudret hakimken, dünyada ise hikmet hakimdir. Dolayısıyla, ahirette kanun ve sebepler devre dışı bırakılacaktır; fakat dünyada, hikmetin gereği olarak kanunlar ve sebepler devrede bulunmaktadır.

Cenâb-ı Hakk'ın Hâlık, Rezzak, Şâfî, Mukaddir, Musavvir... gibi isimlerinin yanında bir de Hakîm ismi vardır. Bu mubarek isimle O, hikmetle iş yapar; hikmetle yaratır, hikmetle sebep ve kanunları icraatına vesile kılar; hikmetle, illet-malül, sebep-netice arasında kurduğu münasebetler çervesinde varlık dantelasını örer..

Ahirette ise kudret hâkim olduğundan, Cenâb-ı Hakk kudretiyle muamele edecek; fanî ve geçici olan dünyayı, içinde cereyan etmekte olan kanun ve sebepleriyle beraber yıkıp, yeni ve tamamen başka ma’nâların esas olduğu bambaşka bir mesken yapacaktır. Ve o âlemde, dünyaya mahsus ne kadar değer ölçüsü varsa hepsi silinecek ve varlık değişik bir hüviyete bürünerek kudret tezgâhına sevkedilecektir.

Kudretin hâkim olduğu bu ebedî âlemde, Cennet meyvelerini yemek için toprağın sürülmesine, tohumun ekilmesine ihtiyaç yoktur. Cennet elbiseleri de, terzinin iğnesiyle makasına ihtiyaç duyulmadan dikilmiş bir halde sahibini bürüyecektir. Orada eskime, pörsüme, ihtiyarlama ve ölme de olmayacağından, bu neticeye götürücü sebepler de bulunmayacaktır. Dünya hizmet yeri, ukbâ ise ücret evidir. Dolayısıyla, oradaki nimetlere nâil olmak için burada çalışmak ve sebeplere sarılmak gerektir. Fakat âhirette bu sebep de diğer sebeplerin maruz kaldığı akibete uğrayarak ortadan kalkacak, evet, orada çalışma da olmayacaktır..

6- Tabiat kanunu ve sebepler, sırr-ı teklif ve imtihan için yaratılmıştır:

Sebepler ve kanunlar birer perdedir. Gayba imân edenlerle etmeyenleri birbirinden tefrik için, gözlerimizle gayb arasına çekilmiş olan bu perdeler, mü'minin kâfirden ayrılmasına yardım eder. Gayba imân, mü'minin en mümeyyiz vasfıdır. Burada şu hususa da dikkat etmek gerektir:

Cenâb-ı Hakk, dileseydi kanunları yaratmayabilirdi. Söz gelimi, dünyayı bizim de görebileceğimiz bir meleğin sırtına yükler ve bize yerçekimi kanunundan bahsettirmezdi. Veya çocuğun teşekkülü için sadece bir gece yapılacak duâyı şart koşardı da, insan, çocuğu kapısının önünde hazır bulurdu. Yine Allah dileseydi, gökyüzündeki yıldızları birer harf gibi kullanır ve herkesin okuyacağı şekilde bu yıldızdan harflerle adını yazar ve Zâtını bizlere duyururdu. Veya Cenâb-ı Hakk, her insanla bizzat konuşur ve ta baştan insanı o kabiliyetle donatılmış olarak yaratırdı.. Bütün bu saydıklarımız ve saymadıklarımızın hepsi mümkündü. Ancak bu takdirde, esas gayeden sapılmış olurdu. Çünkü insanın yaratılış gayesi imtihandır. Eğer bu dediklerimiz olsaydı, ne aklın varlığının bir hikmeti kalırdı, ne de kulluk teklifinin bir ma'nâsı olurdu. Bu, aynı zamanda insan iradesinin zorla elinden alınıp, insanların ister istemez inanmaya mecbur edilmesi demek olurdu ki, sorumluluk ve mükellefiyet ruhuyla te’lif edilmesi mümkün değildir. Evet, eğer öyle olsaydı, elmas ruhlu Ebû Bekirlerle kömür ruhlu Ebû Cehiller birbirinden ayrılmazdı. İmtihan sırrı kalmadığından dolayı da, melekleri geride bırakmaya namzet insanın makamı sabit kalır ve insanın yaratılmasının bir ma'nâsı olmazdı. Zira insan yaratılmadan önce de, makamı sabit melekler mevcuttu.

7- Tabiat kanunları ve sebepler, fikirlerin gelişmesi, ilim ve medeniyetlerin teşekkülü için yaratılmıştır:

İnsanoğlu, var olduğu günden beri merak ve tecessüsünü Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı madde üzerine teksif etmiş ve bunun neticesi olarak da, üstü kapalı yaratılan eşya ve hâdiseleri keşfederek gün yüzüne çıkarmış.. medeniyet ve teknoloji de, onun bu gayretiyle günümüzdeki seviyesine ulaşmıştır. Halbuki işin başından beri herşey apaçık vaz’edilmiş olsaydı, merak ve tecessüs kalmayacağından araştırma, inceleme de olmayacak ve insanlar ilk buldukları ortamda sadece herşeyi malûm olma zemininde hayret ve hayranlık hislerinden uzak bir şekilde, dünyadan gelip-geçme sıralarını savmaya çalışacaklardı. Doğduğu gün öleceği günü beklemekten başka işi olmayan böyle bir zavallının hazin hali, hepimizin değişmeyen kaderi olurdu ki, herhalde bunun adı da şimdikinden başka olacaktı. Öyle olmadığı için, olmayana isim de veremiyoruz..

8- Tabiat kanunları ve sebepler, belli bir ülfet, ünsiyet ve alışkanlık hasıl ederek, hayatı sevimli hale getirirler:

İfrat ve tefritten arınmış ülfet ve alışkanlıklar, hayatı zevkle yaşanır hale getirmenin ayrılmaz vasıflarıdır. Bu vasıflardan mahrum bir hayatın hiç de istenecek ve sevilecek bir durumu yoktur. Zira, yarın nasıl bir gün ile karşılaşacağını bilmeyen bir insanın, hayatını belli bir plân ve programla disipline etmesinden söz edilemez.. ve hârikalar cümbüşü ortasında hayatını her an yeni bir harikayla koyun koyuna geçiren insanın şaşkınlığı ve bu şaşkınlığın bitmek bilmemesi de, hiç arzu edilecek bir şey değildir. Bir de, insanın bizzat kendisinin dünyaya geliş keyfiyeti değişseydi.. ve bugünün keyfiyetiyle dün ve yarın arasında hiçbir münasebet olmasaydı, sonra buna ölümün keyfiyeti de katılsaydı, bir düşünün insan ne hale gelirdi? Evet, dünyada sebep ve kanunlarla tasarruf yapılmamış olsaydı, denge ve düzen gibi hayatı hayat yapan bütün sabit değerler de ortadan kalkardı ve onlarsız bir hayat da hayat olmaktan çıkardı..

Ülfet ve alışkanlığın orta yolu, düşünerek ve tefekkür ederek yaşamak; ifratı, tefekkürü öldürmek ve tefriti de, hayatı zehir etmektir. Mü'min ise, her mevzûda olduğu gibi bu mevzûda da orta yolu seçendir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.herkul.org/
 
TABİAT, TABİAT KANUNLARI VE SEBEPLER NİÇİN YARATILMIŞTIR?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: HAK DİN İSLAM-
Buraya geçin:  
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar