1588 yılında İngiltere'de Malmesbury'de bir köy papazının oğlu olarak
dünyaya gelen Hobbes, Oxford üniversitesinde okudu. Burada skolastik
felsefeyi öğrendi. Öğrenimini ilerletmek için yeterli parası
olmadığından oğluna ders vermek konağını yönetmek üzere bir baronun
yanına girdi. Sonra öğrencisi ile yolculuğa çıkıp, üç yıl Fransa ve
İtalya'da dolaştı. Buralarda Hobbes yeni düşüncelerin temsilcileriyle
tanıştı. İngiltere'ye döndüğünde Francis Bacon ile tanışıp bir zaman
onun sekreterliğini yaptı ve çok etkisinde kaldı. Bacon'ın öğretisi,
Hobbes'un sistemini oluşturan başlaca kaynaklardan biri olacaktır.
Bundan sonra her birinde uzun zaman kalmak üzere üç defa daha Paris'e
gidecek hayatının hemen hemen 20 yılını o sıralar avrupa'nın düşünce
merkezi gibi olan bu şehirde geçirecektir. Paris'te Hobbes matematiğin
değerini öğrenmiş antikçağ atomizmini yeniden dirilten Gassendi ile
tanışmasının doğa anlayışına biçim kazandırmada kesin rolü olmuştur.
Paris'te birde Descartes'ın yakın arkadaşı Mersenne ile tanışması, ona
Descartes'ın düşünceleri ile karşılaşmayı sağladı. Descartes'ın
kendisini tanıyıp tanımadığı bilinmiyor. Öldüğü yıl olan 1679 yılına
kadar Hobbes kısmen İngiltere'de kısmen de Paris'te yaşadı. İngiltere o
aralar sarsıntılı devrimler geçirmektedir. bilimsel çalışmalar için
gerekli huzuru ve verimli çerçeveyi bundan dolayı Hobbes ancak Paris'te
bulabilmiştir.
Hobbes'un ilk yayınladığı yapıt büyük Yunan yazarı Thukydides'ten
yaptığı bir çeviridir (1628). Daha sonra bu çevirinin ön sözünde
Hobbes'un felsefesi için önemli sayılabilecek ip uçları ile
karşılaşırız. Hobbes'a göre tarihi inceleyip araştırmanın değeri, bugün
ve gelecek için geçmişten bir çok şeyler öğrenebilmemizdedir. Tarihi
araştırmada amaç kanlı savaşların anlatılması olmayıp bu kanlı
savaşları yapan orduların, devletlerin kaderini belirleyen etkenlerin
anlaşılmasıdır. Bu sözler başlıca kaygısı modern bir devlet öğretisini
geliştirmek olan Hobbes'un bütün felsefesine bundan böyle temel olacak
bir anlayışı ortaya koymaktadır.
Bacon'ın "bilmek, egemen olmaktır" görüşüne çok yakın olan bu anlayışa
göre yapılacak şey: insanlanın eylemlerini, dolayısıyla devletlerin
kadeni belirleyen güdücü nedenleri eninde sonunda her yerde hep aynı
olan bu nedenleri kavramaktır. bu nedenleri bilirsek, tarihe dayanarak
geleceğe egemen olmayı, geleceği isteklerimize göre yönetmeyi de
öğrenmiş oluruz. Bacon gibi düşünen Hobbes, önemli bir noktadan daha
baştan beri ondan ileri gider. çünkü Hobbes'a göre, herşey -somut ve
soyut olan herşey- doğal nedenlerle bağlıdırlar ve "doğal nedenler"
tarafından tek anlamlı ve zorunlu olarak belirlenmişlerdir, "doğal
nedenler" de her erde -canlı doğada da cansız doğada da- hep birdirler
ve hep aynıdırlar. Hobbes'tan ne önce nede sonra bütün olayların hiç
ayrısız doğal nedenlerle bağlı olduklarını böylesine bir tutarlılıkla
ileri sürmemiştir. Bu yönü ile Hobbes'un sistemi çok tutarlı bir
naturalizmdir.
Bacon " teolojik nedenleri" yalnız fizikten uzaklaştırmıştı. Oysa
Hobbes için Tanrı ile böyle maddi nitelikte " doğal" bir nedendir,
doğal nedenlerin en üstünüdür. Bunun ile ilgili olarak Hobbes , bir de
istenç özgürlüğü ve Descartes' ın "maddi olmayan ruh " anlayışını da
şiddetle reddeder. Bundan dolayı o zamanın da ve sonraları, tehlikeli
bir tanrı tanımaz "ateist" sayılmıştır. Hobbes'ta " tüm nedenlerin
doğal olduğu " düşüncesine , bu nedenlerin cisimsel, maddi nitelikte
oldukları düşüncesi de bağlıdır.Dolayısıyla onrda "tinsel olan " da
doğaldır, yani maddidir. Bununla da Hobbes 'un felsefesi tam, tutarlı
bir materyalizm de olmaktadır.nitemkim Hobbes'a göre, bizde "istenç
özgünlüğü" ve "maddi olmayan ruh" gibi bir takım düşünceler var ; onun
söyleyişi ile : insanda böyle bir takım önyargılar var. İnsanoğluna ve
onun istencine bu dünyada böylesine ayrı bir yer veren bu önyargılar
nereden geliyor? Bunlar , bizim insan ile ilgili olayları - bu
olayların bir yandan karmaşık olmaları, öbür yandan onlara
duygularımızı karıştırmamız yüzünden- sayılarda ya da üçgerlerde olduğu
gibi açık ve aydınlık olarak kavrayamayışımızdan gelirler. bundan
dolayı insan hayatının da olaylarını, matematikte olduğu gibi,
duygulardan sıyrılarak yalın şemalara bağlamak bilimin ödevi ve amacı
olmalıdır. sağlam tanıtlarıyla matematiğin nasıl bir bilgi öğrneği
olabileceğini Hobbes, euklides geometrisi üzerinde ki incelemelerinden
anlamıştı. İlk yapıtlarından biri olan "short tract on first
principles" ( ilk ilkeler üzerine kısa araştırma) da metafiziğin temel
sorunlarını, sonraları Spinoza'nın "ethica" sında yaptığı gibi,
geometrik yöntemle incelemeyi dener, yani önden ileri sürülmüş bir
takım tanım ve çıkarımlardan tezler türetilip tanıtlanır.
De corpore'nin ilk bölümü olan "Logica" (mantık) da Hobbes felsefeyi
şöyle tanımlar: Felsefe, geometrideki çizimler gibi bir hesa ve yapısal
olmalı , nesnelerin oluşturulmasının bir tekrarı olmalıdır. Felsefenin
amacı, etkileri önceden görebilme ve önceden görmeyi yaşamda
kullanabilmedir; konusu da oluşu kavrayabilen ve zekice yapı kurabilen
her cisimdir.Bu nedenle felsefeye cisimler öğretisi de denebilir.bu
tanıma göre, tanrı ile uğraşan teoloji ve kesin matematik - felsefi
yöntemle işlemeyen tüm öteki alanlar kendiliklerinden felsefenin
dışında kalırlar. cisimler de "doğal" ya da"yapma"dırlar. devlet,
insanlar arasındaki anlaşma ve sözleşmelerle kurulduğu için yapma bir
cisimdir. buna göre de felsefe iki bölüme ayrılır: doğa (philosophia
naturalist) ile devlet felsefesi (philosophia civilis).böyle bir
bilginin olabilirliği üzerinde yaptığı incelemelerle Hobbes , aşırı bir
adcılık (nominalizm) ile tenselciliğe (maddi zevklere düşkünlüğe)
(sensualizm) varır. Tümel kavramların, ona göre gerçek doğrular
bakımından hiç bir anlamı yoktur; tümel kavramlar, gerçek bilgimizi
sağlayantek tek deneyler arasındaki aracılardan,öznel geçitlerden başka
bir şey değildirler.Bütün bilgimiz , nesnel duyu organlarımızın
üzerindeki etkilerinden oluşur.bu etkiler, nesnelerin kendisinden
büsbütün başka bir şeydir ve dolayısıyla bu etkileri nesnelerin yansısı
saymaya hakkımız yoktur. Duyularımız , dış hareketler yüzünden oluşan
öznel olaylarlardır. Bizim renk, sıcaklık, ses dediğimiz şeyler
özneldir, çünkü renk , ses dediklerimizin temelinde , bunların nedeni
olarak tamamen başka bir şey olan "hareketler " vardır. Bu hareketler
renkli ve sesli cisimlerden çıkıp gözümüze, kulağımıza ulaşırlar ve
bizde bir "algı görüntüsü"nün oluşmasına neden olurlar. Bu algı
görüntüsü bir fantazi , bir tasarım , bir olgudur. Bu tasarım nesnenin
kendisinden, algının dış nedeni olarak anladığımız gerçek cisimden
başka bir şeydir. Bilimsel bilginin ödevi de, bize algıda verilmiş olan
olgulardan etkilerden geri giderek bunların nedenlerini bulmaktadır.
Duyu niteliklerinin öznel oldukları anlayışında Hobbes, Galilei,
Gassendi ve Descartes ile birleşir. Bu anlayışı ona Descartes' ın yeni
felsefeye getirmiş olduğu "bilinç" kavramını da benimsetir. Bizim
doğrudan doğruya bildiklerimiz, bize doğrudan doğruya verilmiş olanlar
bilinçte olup bitenlerdir: gördüğüm renk, işittiğim ses, duyduğum ya da
yaşadığım duygudur. Bunların şüphe edilemeyecek varoluşları, görülmüş,
işitilmiş, duyulmuş, düşünülmüş olmalarındadır; kısaca, bilinçte
olmalarında, bilinçlerindedir. Bunların bilincinden, örneğin renkli
şeyi ayırdederim; bu " renkli şey", ben kendisini görmesem de vardır; o
, benim bilincimin dışında kalan,sürüp giden bir tözdür.
Descartes'ın bilinç öğretisiyle buraya kadar anlaşan Hobbes, bundan
sonra ondan ayrılıp eleştirmesine başlar. Onun bu öğretiye yaptığı
eleştiri başlıca iki noktada toplanmaktadır. Descartes, biri maddesel
diğeri de bilinçli olan iki töz ayırmıştı. bilinç, ona göre, maddesel
olaylardan türetilemez, bunlarla açakılanamaz. maddesel bir şey olan
"hareket" ile bir algının, bir duygunun oluşumunu nasıl anlayabilir,
nasıl kavrayabiliriz? bundan dolayı bilincin "taşıyıcısı" ve düşünen
nesne ( res cogitans) olan, algılarımızın, duygularımızın temelinde
bulunan o sürüp giden ben, maddesel bir şey, yer kaplayan bir şey
değildir. buna karşı Hobbes, algının veya duygunun maddesel
olmayışından, yer kaplamayışından algılıyanın ya da duyanın (yani
bilincin) cisimsel olmadığını sonuç olarak çıkarmaya hakkımız yoktur
der. Hobbes tam tersini düşünmektedir. ona göre töz, nesne niteliğinde
olan kendi kendine dayanan herşey, ancak bir cisim olarak
düşünülebilir.töz niteliğinde olan şey bilinç dışında bulunan şeydir.
ama "dışında bulunmak" kavramının içinde artık maddesel olmak, uzayda
bulunmak anlamıda vardır; dolayısıyla her töz bir cisimdir ve her
olayda bir harekettir. çünkü tüm değişiklikler hareketler yüzünden
olur. bilgi de, algıların,cisimlerin, uzay içindeki hareketlerine göre
görüntülenmesi demektir. Bilim, olgulardan bunların nedenlerini,
nedenlerden de bunların etkilerini çıkarmalıdır. Ama olgular özleri
bakımından harekettirler. nedenleri de yalın hareket ögeleridir. Ve
etkiler de yine harekettirler. Felsefe, cisimlerin hareketlerinin
öğretisidir. Cisimler dünyadasındaki olayların hareketlerle açıklanması
gerektiğinde Hobbes, Descartes ile birleşmektedir. Ancak, bu
düşüncesini tin (ruh) alanına da genişletmekle ondan ayrılır. Hobbes '
a göre bilinçteki olgular birer bilinç olgusu olarak elbette maddi
hareketler değildirler. Ama bunların temelinde bu gibi hareketler
bulunabilir. Bunlar maddi koşullara bağlı olabilirler. Maddi olmayan
tin tasarım olanağı olmayan bir şeydir; töz niteliğinde olan her şeyi
ancak cisim diye düşünebiliriz. Natüralist (doğacı) empirisist
(deneyci) yaklaşımının yanı sıra Hobbes'un tutarlı bir materyalist
(maddeci) olduğunu görüyoruz.
Hobbes'un sisteminin en tanınmış etkisi en büyük olmuş bölümü devlet
felsefesidir. Rönesanstan beri tipik bir geliş olan "skolastik felsefe
ile her türlü bağlantıyı kesmek" bakımından ele alınırsa onun bu alanda
başardığını Copernicus'un astronomide, Galileo'nin fizikte, Harvey'in
fizyolojide yapmış olduğuna benzetenler olmuştur. Hobbes'un kendiside
"devlet felsefesinin " de cive" (yurttaş üzerine) adlı yapıkından daha
eki olmadığını" söylemekle, kendini bunların yanına koyar. gerçekten de
Hobbes, ahlâkı ve devleti naturalist bir görüşle temellendirmesiyle
öyle bir akım yaratmaktadır ki, bunu haklı olarak 19. yüzyılda
Darwin'in açtığı çığıra benzetenler olmuştur. Hobbes'un keskin bir
kavrayış ile pek tutarlı bir öğreti olarak geliştirilmiş olan devlet
felsefesini bu en önemli yönünü sisteminin bütünü içinde anlayıp
değerlendirmek gerekir. Hobbes'un devlet kavramı cisim anlayışına
dayanır. Ona göre bir cisimdir, hemde yapma bir cisim, yapma bir
yaratıdır. İnsanlar daha önceleri toplum halinde yaşamamışlardı
dolayısıyla devlet yoktu. devletin "yapma"olduğu gerçek bir şey
olmadığından da anlaşılır. Nasıl ki doğada asıl gerçek olan tek tek
cisimler ise nasıl bütün geri kalan herşey bu tek tek cisimlerin bir
araya gelip etkilenmelerinden oluşuyorsa bunun gibi insanların bir
araya gelmelerinden de toplum oluşur. Ancak gerçek olan bireylerdir.
dolayısıyla da devlet, bireylerin bir araya gelip etkilenmelerinden
oluşan kurumların toplamından başka bir şey olamaz. Onun için "birtek
insan var, bunun yanında onun gibi gerçek olan, hatta gerçeklik
derecesi daha yüksek olan birde devlet var" denemez. Gerçek olan,
yanlız, bir bağ ile bağlı olmayan "doğa insanı" ve aslında kendisinin
koymuş olduğu belli yasalarla eylemleri daraltıp sınırlandırmış olan
"yurttaş" tır. ancak devletin yapma bir şey olması, onun zorunlu
olmadığı, bir nedeni olmadığı anlamına gelmez. insanın bütün eylemleri
zorunlu olan nedenlerle belirlenmiştir. Bundan dolayı da devletin
doğuşunu ve yapısını (özünü), hep nedenleri arayıp bulan bilim ile
kavrayabiliriz.
Hobbes, "devletin kuruluş ve işleyiş nedenini aramaya" da bir insan
öğretisi ile -elbette naturalist bir antropoloji ile- girişir. Bu
öğretiye göre, insan, her şeyden önce, kendi varlığını ayakta tutmaya
koruyup sürdürmeye çalışır; bu, onun anagüdüsüdür; onun bütün
eylemlerini belirleyen bu güdüdür. bu da insanı doğa nimetlerinden
elden geldiğince çok yararlanmaya sürükler. Ama bu yüzden de herkes,
ister istemez, birbirinin düşmanı olur ve " herkesin herkese karşı
savaşı" durumu (bellum omnium contra omnes) başlar. Bu durumda "insan,
insanın kurdudur" (homo homini lupus). ancak genel bir güvensizlik
yaratan bu durum insanın anagüdüsü olan kendi varlığını korumayı
istemesine aykırıdır, bu bakımdan çok tehlikelidir. İşte yine o
"varlığını korumak" güdüsü, bu durumdan kurtulup herkesin güvenliğini
sağlayan bir duruma bulmaya insanı zorlamıştır. Bu da ancak, dünya
nimetlerini edinmede kullandıkları kuvvet araçlarına başvurmaktan
vazgeçeceklerine, insanların aralarında birbirlerine söz vermesiyle ve
bu kuvvet araçlarnın kendisine hep birlikte itaat edecekleri bir kişiye
devretmek için aralarında anlaşmalarıyla bulunabilir. Bu "sözleşme", bu
"anlaşma" ile de devlet kurulmuş "doğa durumu"ndan (status naturalis)
"yurttaş durumu"na (status civilis) geçilmiş olur. yurtaşlık durumunun
özelliği, bireylerin birbirine aykırı olan bir çok istençleri yerine
birliği olan tek bir istencin geçmiş olmasıdır.
Hobbes, hukuk ve ahlak gibi dini de devlete bağlar. Dinler, doğanın
hesap edilemeyen güçleri karşısında duyulan korkudan (çok tanrıcılık,
perilere, cinlere inanış) ve en yüksek neden üzerindeki düşünmelerden
(tek tanrıcılık) doğmuşlardır ve çok çeşitlidirler. Herbirine göre de
kendi inancı doğru, ötekilerin ki yanlış ve boştur. ama doğru inanç ile
yanlış inanç arasındaki bu ayırma, raslantıya, tek kişinin keyfine
bağlı olmaktan kurtularak değişmez, belli anlamını yine devlette
kazanır. Din devletçe meşru sayılan bir inançtır.
Hobbes'un yaşadığı yıllar yurdu İngiltere için bir tedirginlik, bir
anarşi dönemiydi. Bilimsel çalışmalarını huzur içinde yürütebilmek için
Hobbes, ömrünün hemen hemen 20 yılını Fransa'da geçirmişti. Onun
anarşiyi önleyebilmek, yurdunda eksik olan bir şeyi, genel güvenliği
sağlayabilmek için, devleti dev gibi güçlü görmek istemesini kendi
hayatının yaşantalarıyla açıklayabiliriz. Esasen hayata yakın olma,
düşüncelerini yaşamlarından çıkarma, İngiliz düşünürlerinin çoğunun bir
özelliğidir.