DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs) Empty
MesajKonu: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs)   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs) EmptySalı Tem. 01, 2008 4:22 pm

VENÜS
Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs) Vens_gezegeni_renklendirilmi

Güneş’e uzaklık bakımından ikinci gezegen olan Venüs, Merkür’den
oldukça farklıdır. Aslında aralarındaki tek ortak nokta ikisinin de çok
sıcak olmasıdır. 12.104 kilometrelik çapıyla Venüs neredeyse Dünya ile
aynı boyuttadır. Güneş ışığını mükemmel bir şekilde yansıtır. Rastlantı
sonucu yanımızdan geçen göktaşlarını ve kuyruklu yıldızları saymazsak
Ay’dan sonra Dünya’ya en yakın doğal gök cismi Venüs’tür. Güneş
etrafında neredeyse dairesel bir yörüngede döner. Güneş’ten ortalama
uzaklığı 108.000.000 kilometredir, yani bize en yakın olduğu anda, topu
topu Ay’ın yüz katı kadar uzaktadır. En parlak olduğu zamanlarda göz
alıcı bir görüntüsü vardır.

Venüs de Merkür gibi gökyüzünde Hep Güneş’le aynı tarafta bulunur;
ancak o ve Güneş arasındaki açısal uzaklığın 47 dereceye kadar çıktığı
olur. Yani bu, Venüs’ün günbatımından sonra veya gündoğumundan önce,
beş buçuk saat kadar görülebildiği zamanlar olduğu anlamına gelir. Bu
durumda onu, karanlık zemin üzerinde muhteşem bir şekilde parıldarken
görebiliriz. Eskilerin ona Güzellik Tanrıçası’nın ismini vermiş
olmaları hiç de şaşırtıcı değil doğrusu.

Ama ne yazık ki teleskopla bakıldığında hayal kırıklığına uğranır,
çünkü gerçek yüzeyi kalın ve bulutlu atmosferinin arkasında kalır.
Venüs üzerinde Mars’taki gibi sert ve keskin izlerin olmayışı dikkat
çekicidir. Üstelik Dünya’ya en yakın olduğu zaman yani iç kavuşum
konumundayken karanlık yüzü bize dönüktür. Bu durumda çok nadir olarak
gerçekleşen geçişler dışında onu göremeyiz bile. Dolun olduğu
zamanlarda ise Güneş’in öteki tarafındadır; Güneş’in arkasındayken onu
görebilmek gibi bir durum söz konusu bile değildir tabii ki. En parlak
olduğu an güneş ışığı alan yüzünün yüzde otuzunun bize dönük olduğu
zamandır. İdeal koşullar altında keskin gözlü insanlar hilâl
aşamasındaki evreyi görebilirler tabii ki iyi bir dürbünle son derece
kolay görülür.

Venüs’ün evreleri uzun bir süredir biliniyordu. Galelio, 1610 evrelerle
ilgili kayıtlar tutmuştu. Zaten Venüs’ün hareketleri kesin bir şekilde
biliniyor olduğundan evreler tahmin edilebilirlerdi. Ama ilk olarak 18.
yüzyıl sonlarında enerjik Alman gözlemci J***nn Schörter’in kuram
gözlem nadiren çakışır. Schörter, dikotomi evresini, yani Venüs’ün tam
yarım daire olduğu zamanı dikkatle ölçtü. Sonuçlar son derece
şaşırtıcıydı. Venüs akşamları görüldüğünde yani küçülürken, dikotomi
hep erken; sabah ortaya çıktığındaysa yani evre büyürken de hep geç
oluyordu. Üstelik bu zıtlık bir görünüşten diğerine değişiyordu. Hiç
kuşkusuz bunun sorumlusu Venüs’ün atmosferidir. Amatörlerin bu konuda
yapacakları çalışmalar son derece ilginç olabilir. Venüs’ün atmosferi
ilk olarak 1761yılında Rusya’nın ilk ünlü gökbilimcisi sayılan M.V.
Lomonsov tarafından bulunmuştur. Venüs’ün, Güneş’in tam önünden geçtiği
o yıl, Lomonsov, gezegeninin kenar çizgisinin kabarık göründüğünü
farketmişti. Çok iyi ifade ettiği bu durum, oldukça kalın bir
atmosferin varlığını gösteriyordu.

Venüs’ün geçişleri çıplak gözle bakıldığında son derece ilginç görünür,
daha doğrusu görünürmüş, çünkü geçişlerin en sonuncusu 1882 yılında
gerçekleşti. Geçişler, aralarında sekiz yıl olan çiftler şeklinde
görülür, bir sonraki çifte kadar bir asırdan fazla zaman geçer.
Sözgelimi 1874 ve 1882’de gerçekleşmiş olan geçişler, 2004 ve 2012
yıllarında gerçekleşecek olanlar izleyecektir.

İkinci kraliyet gökbilimcisi olan Edmond Halley, on yedinci yüzyılda,
daha önce James Gregory tarafından önerilmiş bir fikri geliştirdi.
Gregory, Venüs geçişlerinin, gök biriminin yani Dünya ile Güneş
arasındaki uzaklığın, ölçülmesi amacıyla kullanabileceği düşünüyordu.
Bunun içinde Venüs’ün Güneş’in önünden geçeceği anın tam olarak
hesaplanması ve ayrıca Dünya üzerindeki birçok noktadan gözlem
yapılması gerekiyordu. Şu anda bu yöntem tamamen kullanım dışı
olduğundan daha ayrıntılı anlatmanın hiçbir anlamı yok. Ancak siyah
damla olarak adlandırılan bir etki yüzünden kesin bir sonuç elde
edilememiştir. Venüs Güneş’in önünde ilerlerken, arkasında siyah bir
şerit bırakır; bu şerit geçiş başladıktan bir süre sonra yok olur. Bu
etkiyi yaratan yine Venüs’ün atmosferidir ve ortadan kaldırılması gibi
bir şey söz konusu değildir. 1874 ve 1882 yıllarındaki geçişler son
derece iyi gözlemlenmiş ama tatmin edici sonuçlar alınamamıştır.
Günümüzde Güneş’le aramızdaki mesafeyi ölçebileceğimiz çok daha
kullanışlı yollar olduğu için, gelecek geçiş çifti eskisi kadar önem
taşımıyor. Ama yine de ben 8 Haziran 2004’ü iple çekiyorum!

Venüs çok nadir olarak bir yıldızın önünden geçerek onun görülmesini
engeller; böyle olduğunda yıldız soluklaşır ve birkaç saniye
titreştikten sonra kaybolur. Bu titreşmenin sebebi tutulmasından hemen
önceki ışığın, bize Venüs’ün atmosferinden geçerek gelmesidir. Bu
etkiyi 7 Temmuz 1959’da Venüs, Leo (Aslan) takımyıldızından Regulus’un
önünden geçmiştir. Venüs daha uzunca bir süre büyük bir yıldızın
önünden geçmeyecek.

Venüs’e teleskopla baktığınızda güçlü bir teleskop kullanıyor olsanız
bile parlak bir yuvarlaktan çok daha fazlasını göremezsiniz.
Şanslıysanız birkaç gölgelik keşfedebilirsiniz; ama izler çok bulanık
görünür, dış hatları da belirsizdir. Hızlı bir şekilde yer
değiştirdiklerinden onların Venüs’ün yüzey şekilleri olmadıklarını
anlarız; gördüklerimizin Venüs’ün atmosferinin üs kısımlarındaki
bulutlardır ve sonuçta bize pek bir bilgi vermezler. Normal fotoğraflar
işimize yaramazken morötesi ışınlarla çekilmiş olanlarda bazı çizgi
şekiller görünür. 1962’ye yani gezegenin yanından bir uzay aracının ilk
kez geçişine kadar Venüs hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu.

O zamana kadar yapabileceğimiz tek şey atmosferin üst tabakasını
spektroskop kullanarak incelemekti. 1930’larda atmosferin bizim
atmosferimizden oldukça farklı olduğu ve çoğunluğunu ağır bir gaz olan
karbondioksitin oluşturduğu saptanmıştı. Bu gazın yükselmesi değil
alçalması beklendiğinden mantıksal olarak atmosferin gezegenin yüzeyine
kadar tamamen karbondioksit-ten oluşması gerekiyordu. Bu da Venüs’ü
gerçekten çok sıcak bir gezegen yapacak olan sera etkisine yol açardı.
Peki bu durumda Venüs’te deniz olabilir miydi?

Olduğunu düşünenlerden biri, (yaptığı çalışma ona bir Nobel Ödülü
kazandıracak kadar başarılı olan) İsveçli kimyager Svante Arrhenius,
Venüs’ün, Dünya’nın yaklaşık 200 milyon yıl önce geçirdiği, Kömür
Ormanları’nın oluştuğu ve en gelişmiş canlı biçiminin amfibyumlar
olduğunu hatta henüz dinozorların bile uzak bir geleceğe ait olduğu
Karbonifer Dönem’i yaşadığını iddia ediyordu. Arrhenius’a göre: “Hiç
kuşkusuz Venüs yüzeyinin büyük bir kısmı Dünya’dakilere benzeyen,
içinde kömür yataklarının oluştuğu ama yaklaşık 30 derece daha sıcak
olan bataklıklarla kaplıdır. Ona belirli bir renk verecek biçimde toz
kalkmaz; dışardan sadece bulutlardan yansıyan şaşırtıcı beyazlık
görülür. Bu da gezegene dikkat çekici ve göz alıcı, parlak beyaz
görüntüsünü verir. Atmosferin en üst tabakasındaki güçlü hava akımları,
ekvator ve kutuplar arasındaki sıcaklık farkını neredeyse ortadan
kaldırır. Yani Dünya’nın en sıcak olduğu dönemlerdeki koşullara benzer
şekilde gezegen üzerinde tek tip bir iklim sürmektedir.

Venüs üzerindeki sıcaklık, bol ve bereketli bir bitki örtüsünü
engelleyecek kadar yüksek değildir. Her tarafta aynı iklim koşulları
hüküm sürdüğü için, değişen çevre koşullarına uyum sağlama gibi bir
durum söz konusu değildir. Sadece, çoğu bitkiler alemine ait olan
gelişmemiş canlı türleri bulunacaktır. Tüm gezegen üzerindeki
organizmalar da az çok aynı türden olacaktır. Bitkisel süreç, yüksek
sıcaklık yüzünden hız kazanacaktır. Dolayısıyla organizmaların büyük
bir olasılıkla kısalacaktır. Bitkilerin cansız gövdeleri, açık havada
bulunuyorsa, hızla çürüyecek ve boğucu gazlar yayacaktır. Nehirler
tarafından taşınan çamurun içine gömülü olurlarsa, hızla küçük kömür
parçalarına dönüşeceklerdir. Bunlar da daha sonra yeni katmanların
yaptığı basınç ve yüksek sıcaklık sonucu grafit taneleri haline
geleceklerdir...

Sıcaklık Venüs’ün kutup bölgelerinde, gezegenin ortalama sıcaklığından
10 derece kadar düşük olacaktır. Oralardaki organizmalar, diğer
yerlerdekilerden daha üst düzey bir gelişim göstereceklerdir. Ayrıca
böyle bir kıyaslama yapılabilirse gelişmişlik ve kültür açısından daha
üstün olacaklardır. Bu gelişmiş tür kutuplardan ekvatora doğru aşamalı
olarak yayılacaktır. Daha sonra sıcaklık düşecek, kalın bulutlar ve
dolayısıyla kasvetli hava dağılacak ve belki bir gün, Dünya üzerindeki
hayat, tekrar eski basit türlere dönmüşken veya yok olmuşken, Venüs’te,
bizim ölümlü gözlerimizin alışık olduğu bir bitki veya hayvan türü
ortaya çıkacaktır. O zaman da Venüs, göz alıcı parlaklığı sayesinde
elde ettiği Babilli şöhretin yani Gökler Kraliçesi payesini, Güneş
sistemindeki üst düzey varlıkları barındırışıyla gerçekten hak
edecektir.”

Gerçekten de büyüleyici bir tablo. Ancak gezegenin, üzerinde bir damla
bile su bulunmayan kupkuru bir çöl olabileceği fikri de var. 1950’li
yıllarda bu iki görüş de geçerliliğini koruyordu, ayrıca bazı
alışılmadık fikirler de vardı. Sözgelimi, Sir Fred Hoyle, Venüs’te
petrol okyanusları olabileceğini ve dolayısıyla Venüs’ün Teksaslı en
zengin petrol kralının bile rüyasında göremeyeceği bir yer olduğunu
düşünüyordu. Amerikalı iki ünlü gök bilimci tarafından öne sürülen
kurama Hoyle’unkinden daha fazla itimat gösteriliyordu. Fred Whipple ve
Donald Menzel, okyanusların bildiğimiz su olduğunu ve bulutların da
tıpkı okyanuslar gibi H2O’dan oluştuğunu öne sürüyorlardı.

Zamanın kısıtlı bilgileri ışığında Whipple-Menzel deniz kuramı oldukça
akla yatkındı. Tahminen, atmosferdeki karbondioksit, suyu bozmuş ve
maden sodasından okyanuslar oluşmasına yol açmıştı. Dünya üzerindeki
hayat, sıcak denizlerde başlamış gibi görünüyor. O dönemde atmosferde
bugünküne göre çok daha fazla karbon dioksit ve çok daha az serbest
oksijen vardı. Dolayısıyla Venüs ilkel koşulları yaşayan bir dünya
olmaz mı; yani Dünya gibi evrimleşebilme ve benzer bir gelişmiş hayat
üretme kabiliyetine sahip olamaz mı? Bu açıdan da değerlendirildiğinde
Whipple ve Menzel’in düşüncelerinin, Arrhenius’unkinden pek de farklı
olmadığı görülüyor.

Dünya üzerinden yapılan gözlemlerde sorun çıkartan başka bir konu da
dönüş süresiydi. Venüs yılı yaklaşık 225 Dünya günüdür; ama yapılan
gözlemler sonucu kesin bir dönüş süresi belirlenememiştir. Aslında
genel kanı dönüşün tıpkı Merkür için de geçerli olduğu zannedilen
tutuluyor olabileceği yönündeydi. İlk doğru bilgi 1956’da spektroskobik
çalışmalar sonucunda alındı; dönme süresi çok uzun olmalıydı. Bugün
dönme süresinin 243 Dünya gününden biraz fazla olduğunu biliyoruz. Bu
da teknik olarak Venüs gününün, Venüs yılından uzun olduğu anlamına
geliyordu. İşleri daha da karıştıran bir şey de Dünya ya da Mars’a göre
ters yönde yani doğudan batıya doğru dönüyor olmasıdır. Gezegenin
üzerinde Güneş’e bakacak olsaydınız, batıdan doğduğunu ve 118 Dünya
günü sonra doğudan battığını görecektiniz.

Venüs’ün bu alışılmadık davranışının nedenini hiç kimse bilmiyor. İlk
zamanlarında, büyük bir gök cisminin çarpışıyla ters döndüğü gibi
iddialar inandırıcılıktan çok uzak ama akla başka bir olasılık da
gelmiyor. Üstelik bugün, üst kısımdaki bulutların dönme sürelerinin
sadece dört gün olduğunu biliyoruz. Bu durumda genel tablo daha da
karmaşıklaşıyor. Dört günlük süreyi ilk olarak 1960’lı yılların başında
Fransız gök bilimciler yaptıkları bulanık gölgelikler çalışmaları
sonucunda ileri sürmüşlerdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs) Empty
MesajKonu: Geri: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs)   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs) EmptySalı Tem. 01, 2008 4:22 pm


Uzay Çağı gelişmelerine geçmeden önce, onyedinci yüzyıldan beri
bilinmekte olan, Ashen Işığı ile ilgili bir şey söylemek istemiyorum.
Ondan ilk olarak, günümüzde Ay’ın kraterlerine isim koyan adam olarak
tanınan cizvit gökbilimci Giovanni Riccioli söz etmiştir.

Ay hilâl evresindeyken, siyah zemin üzerinde görülebilecek kadar
yükselmişken, Ay yuvarlağının aydınlanmayan, yani gece olan kısmını
belli belirsiz bir şekilde parladığını görürüz. Genç Ay’ın kollarındaki
Yaşlı Ay olarak da adlandırılan bu durumda esrarengiz bir taraf yoktur.
Böyle olmasının nedeni Dünya’dan Ay’a yansıyan ışıktır. Teleskopla
bakıldığında, Venüs üzerinde de bu benze bir durum görüldüğü olur. Ama
bu benzer bir nedenle gerçekleşiyor olamaz, çünkü Venüs’ün uydusu
yoktur. Ashen Işığı, neredeyse Venüs’ü ciddi olarak gözlemleyen herkes
tarafından görülmüştür ama kontrast etkisi olduğu düşünülerek uzun
yıllar boyunca ciddiye alınmamıştır. Ayrıca elimizde bu durumu gösteren
herhangi bir fotoğraf da yok.

Bugün bu duruma, Venüs’ün atmosferinin üst kısımlarında meydana gelen
elektrik olaylarının neden olduğu düşünülüyor. Durumun tam anlamıyla
açıklanmasında amatör gözlemcilerin yapacağı çalışmaların çok yararı
olabilir. Ashen Işığı, Venüs hilâl evresindeyken ve kısa bir süre için
görülebilindiğinden eldeki veriler son derece yetersizdir.

Venüs’e gönderilen ilk uzay sondası, Ruslar tarafından 12 Şubat 1961’de
fırlatıldı. Ancak sondayla bağlantı oldukça kısa bir süre sonra
kesildiğinden ona ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik. Amerikalıların
gerçekleştirdiği bir sonraki girişimse daha da başarısızdı. 22 Temmuz
1962 yılında Cape Canaveral’dan ayrılan Mariner 1 kısa bir süre sonra
denize düştü. Başarıya aynı yılın 27 Ağustos’unda fırlatılan Mariner 2
ile ulaşıldı. 14 Aralık’ta Venüs’ün 34.000 km yakınından geçen sonda,
bize çoğu gerçekten hayal kırıcı olan bol miktarda bilgi gönderdi.

Dönüş süresinin uzun olduğu doğruydu. Manyetik alanın varlığına dair
herhangi bir belirti yoktu ve sıcaklık ölçümleri Venüs’ün yanı
kavrulmakta olduğunu gösteriyordu. Bugün yüzey sıcaklığının 500derece
santigrattan (900 F) fazla olduğu biliniyor. Bu durumda geniş denizler
fikri suya düşmüş oluyor; ayrıca bu yükseklikteki bir sıcaklıkta ve
atmosfer basıncın da, sıvı halde su bulunmaz. Yani Mariner 2, bize
Venüs üzerinde hayat bulunduğu yönündeki fikirlerimizden vazgeçmemiz
gerektiğini gösterdi.

Daha sonra Ruslar, gezegen üzerine kontrollü iniş yapma ve yüzeyden
doğrudan bilgi toplama amaçlı bir dizi deneme gerçekleştirdiler. Bu
çabalar bir süre boyunca hep başarısızlıkla sonuçlandı. Ya araçlarla
bağlantı kesiliyor ya da yeni farkedebildiğimiz bir sorun olan atmosfer
basıncı yüzünden sondalar inişe geçtiklerinde parçalanıyorlardı. Venera
5 ve 6’nın sonu böyle olmuştu. Ama 1969’da fırlatılan Venera 7,
gezegene inerek yarım saat kadar, yüksek sıcaklığı ve basıncı
doğrulayan bilgileri göndermeyi başarmıştı.1972’de Venera 8 daha da
başarılı olmuş ve sessizliğe gömülmeden önce elli dakika kadar onunla
bağlantı kurulabilmiştir. Daha sonra Ekim 1975’te ilk yüzey
fotoğrafları alınmıştır. Venera 9, keskin kenarlı taş yığınlarının
bulunduğu bir bölgeye; Venera 10 ise ona yakın daha düz bir alana iniş
yapmıştı. Rüzgarın hızı oldukça düşüktü. Veneraların ikisinde de
projektörler vardı ama kullanmalarına gerek kalmadı, çünkü ışık düzeyi,
yeterince yüksekti.

1982’de Venera 13 ve 14’ten yüzeyle ilgili daha fazla bilgi alındı.
Venüs hakkında edinilen her yeni bilgi, onun ıssızlığını daha da
pekiştirdi. Kayaların portakal rengi görünmelerinin nedeni gökyüzünden
gelen yansımaydı, kayaların rengi aslında griydi ve atmosferin alt
tabakası saydamdı, gökyüzünde bulutlar vardı. Gezegenin yüzeyinden
hiçbir koşul altında Güneş veya Dünya görülemiyordu, çünkü
karbondioksitli, kalın ve yoğun atmosfer buna izin vermiyordu.

Amerikalıların Venüs çıkarması biraz daha farklıydı; çünkü amaç
Dünya’dan ve uzay araçlarından radar kullanarak yüzey haritasının
çıkartılmasıydı. 1978’de bir orbiterden ve yüzeyin farklı noktalarına
inecek olan dört küçük sondayı taşıyan, otobüs olarak
adlandırabileceğimiz büyük uzay sondasından oluşan bir filo fırlatıldı.
Orbiter üzerine düşen görevi başarıyla tamamladı ve irtibatın kesildiği
9 Ekim 1992’ye kadar da çalışmaya devam etti.


1985 yılı Haziran ayında ilginç bir karşılaşma yaşandı. Rus Vega
sondaları, Halley kuyruklu yıldızıyla olan randevularına giderken,
Venüs atmosferine balonlar bıraktılar. Bu balonlar farklı seviyelerde
hareket ederlerken birkaç saat boyunca izlenebildiler. O zamandan sonra
Galileo ve Magellan uçuşları yapıldı. Galileo uzay aracının hedefi
Jüpiter’di; Şubat 1990’da Venüs’ün yanından geçerek yoluna devam etti.
Magellan bize şimdiye kadar elde edilmiş radar fotoğraflarını gönderdi.
1993 yılında hâlâ mükemmel bir şekilde çalışıyordu.


Şu ana kadar Venüs’ün yüzde doksanının haritası çıkarıldı. Sonuç
oldukça büyüleyici. Venüs volkanik bir dünya; volkanik faaliyetlerin
bugün de sürdüğüne inanmamız için bütün koşullar mevcut. Yüzeyin büyük
bir bölümünü inişli yokuşlu çok geniş bir ova kaplıyor. Ayrıca iki ana
dağlık bölge var: Kuzey yarım kürede Ishtar Terra, güney yarım kürede
Aphrodite Terra. Ishtar büyüklük açısından Kuzey Amerika kadar;
Aphrodite ise çok daha büyük. Çeşitli dağlar var; bunların en büyüğü
olan Maxwell Dağları Ishtar’ın kenarında ve komşularına göre yüksekliği
8 km kadar. Ayrıca vadiler, kraterler ve örümcek ağlarını andırdıkları
için araknoid olarak adlandırılan bazı yüzey şekilleri var. Dairesel
volkanik yapılar olan araknoidlerin etrafı çeşitli karmaşık yüzey
şekilleriyle çevrili.

Çoğu kakan tipinde olan ve Havaii’deki volkanlardan büyüklükleri
dışında pek de farklı olmayan volkanlar da var. Beta Regio dağlık
bölgesi üzerinde büyük bir ihtimalle halen aktif olan Atla ve Theie
adlı iki büyük kalkan dağı yükselmektedir. Hâlâ aktif olduğunu
düşündüğümüz diğer bir bölge de Aphrodite’nin kenarında bulunan Atla
Regio’dur. Heybetli Sapas volkanı, 400 kilometrelik tabanı ve en az 1,5
kilometrelik yüksekliğiyle burada yer alır. Venüs yüzeyinde birçok
yerde olduğu gibi burada da lav akıntıları olması kaçınılmazdır. Ayrıca
Sapas Dağı’nın tepesinde çukurlar vardır.

Bütün bunlar bir yana, sonunda atmosferin yapısı ve bileşimi hakkında
kesin bilgiler edinmeyi başardık. Hatırlıyorsanız gezegenin kendisi 243
günde dönerken, üst kısımdaki bulutlar için dönme süresi dört gündü ki
bu bir süper dönme durumudur. Üst kısımdaki kasırga şiddetinde rüzgâr
eserken yüzeyde yaprak bile kıpırdamaz. Bu da yüzey şekillerinin neden
beklenenden az aşınmış olduğunu Venüs seviyesindeki basınç, Dünya’da
deniz seviyesindeki basınçtan doksan kat fazladır; bulutlar da esas
olarak sülfürik asitten oluşmaktadırlar. Kuşkusuz yağmur yağacaktır
ama, yağan su değil, daha yüzeye varmadan buharlaşacak olan sülfürik
asit damlacıkları olacaktır.

Venüs’te saptanabilir bir manyetik alan yoktur. Yani ağır ve demir
açısından zengin çekirdeği Dünya’nınkinden hem göreli hem de gerçek
anlamda daha küçüktür. Çekirdeğin üzerinde manto, onun üzerinde de
yerkabuğu bulunur. Dünya’nın yerkabuğu manto üzerinde hareket
etmektedir; zaten bunun için yanardağlar sonsuza kadar faal durumda
kalamazlar. Bir volkan, mantodaki sabit bir sıcak nokta üzerinde
oluşur; daha sonra yerkabuğunun kaymasıyla volkan yer değiştirir ve
patlaması kesilir. Sözgelimi Hawaii adalarının oluşumu böyle
gerçekleşmiştir. Yerkabuğu aslında karşılıklı hareket eden, birbirinden
bağımsız levhalardan oluşmaktadır. Venüs’te ise böyle oluyor gibi
görünüyor; yani orada bir volkan oluştuğunda, sıcak nokta üzerinde çok
uzun bir süre kalabilir ve anormal boyutlara ulaşabilir.

Venüs’e ismi Olympus Kraliçesi’nin anısına verilmiştir. Bu yüzden,
yüzey şekillerinin tümüne de kadın isimlerinin verilmesi
kararlaştırılmıştır. Ancak bir istisna var :Maxwell Dağları. Bu isim
dağlara, karar resmen uygulanmaya başlamadan önce İskoçyalı bir
matematikçinin anısına verilmiştir.

Venüs ile Dünya ikiz gibidirler demiştik; o zaman neden birbirlerinden
bu kadar farklılar? Bu sorunun yanıtı Venüs’ün Güneş’e çok daha yakın
oluşunda yatıyor. Güneş sisteminin ilk zamanlarında, yani dört buçuk
milyar yıl kadar önce, Güneş’in bugünkünden daha az parlak olduğu ve
Dünya ile Venüs’ün aynı tip bir evrim sürecine girdikleri, örneğin
benzer atmosferlere ve denizlere sahip oldukları düşünülüyordu. Ama
sonra güneşin sıcaklığı artınca, bunun Venüs üzerindeki sonuçları
korkunç oldu. Atmosferdeki su buharı molekülleri, Güneş’ten gelen kısa
dalga ışınlarla parçalandı, buna bağlı olarak da oksijen v hidrojen
molekülleri serbest kaldı. Hafif olan hidrojen, atmosferin üst
kısımlarına doğru yükselerek uzaya dağıldı. Oksijen ise yüzeydeki
kayaçlarla birleşti. Açıkça görülen sonuç, suyun yok oluşuydu. Venüs
kozmik ölçütlerle kelimenin tam anlamıyla kupkurudur. Sıcaklık daha
düşük olduğundan aynı süreç Dünya’da yaşanmadı. Böylece atmosferdeki su
buharının büyük bir kısmı, 15 kilometreden daha az bir yükseklikte,
yani güvenlikte oldukları bir yerde kalmış oldu. Oldukça az bir miktarı
en üst katmanlara ulaşabildi.

Süreç devam edince Venüs’te kısa süre içinde bir çeşit sera etkisi
yaşanmaya başlandı. Kayalardaki karbon tuzları yok oldu; Venüs hızlı
bir şekilde canlı barındırma potansiyeli olan bir dünyadan, bugünkü
kavurucu cehennem haline dönüştü. Artık karşımızda atmosfer basıncı
parçalayıcı, sıcaklığı tahammül edilemez ve bulutların öldürücü asitle
yüklü bir gezegen vardır. Venüs’e kadar gidip uzay aracınızdan
çıktığınızda, anında boğulacak, kızaracak, ezilecek ve eriyeceksiniz.
Pek hoş bir deneyim olmasa gerek!

Venüs’ün bir gün astronotlar tarafından ziyaret edilip edilmeyeceği
belli değil; ama yakın gelecekte böyle bir şey kesinlikle imkansız.
Atmosferindeki karbon dioksit moleküllerini parçalayıp oksijeni serbest
bırakarak, gezegeni dünyalaştırma gibi öneriler var. Ama bu tür bir
çalışma mevcut teknolojimizin o kadar ötesinde ki, bu konu üzerinde
tartışmanın hiçbir anlamı yok. Bizim için Venüs, belli bir mesafeden
izlememiz gereken bir gezgen. Peki teleskop kullanan gökbilimcinin
yapabileceği şeyler nelerdir?

Şunların kayıtlarını tutabilir: Evreler (ama gözlem ve kuramın her
zaman çakışmadığını aklından çıkarmadan),görülebilen herhangi bir
gölge, ara çizgideki herhangi bir aykırılık, Ashen Işığı’nın herhangi
bir belirtisi. Filtreler genellikle çok yararlı olur. Ashen Işığı
sadece, hilal evresindeki Venüs karanlık zemin üzerindeyken
görülebilir. Ama diğer gözlemlerin çoğunda en iyi sonuç günışığnda
alınır ki, bu da guruba bakmaya uygun bir kullanmanız gerektiği
anlamına gelir.

Venüs macerasının beklenmedik şekilde hüsranla sonuçlandığını kabul
etmek gerekir. Sözgelimi, Camille Flammarion şu satırları yazalı henüz
yüz yıl bile olmamıştır: “ Venüs üzerindeki yerleşik yaşam
Dünya’dakinden biraz farklı olmalı... bu dünya bizimkinden hacim,
ağırlık, yoğunluk, gün ve gecelerin uzunluğu bakımından çok az
farklıdır. Dolayısıyla oradakiler, bitkiler, hayvanlar ve insan ırkları
da neredeyse Dünya’dakilerle aynı olacaktır” Ama ne yazık ki Venüs
bizi, Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden daha fazla hayal
kırıklığına uğrattı. Adını Aşk ve Güzellik Tanrıçası’ndan alıyor
olabilir, ama yüzeyindeki koşullar geleneksel cehennem görüntüsüne daha
fazla benziyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! (Venüs)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: UZAY & BİLİNMEYENLER-
Buraya geçin:  
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar