DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA Empty
MesajKonu: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA EmptySalı Tem. 01, 2008 4:23 pm

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA Gezegenimiz_1

Güneş sistemini hakkında genel bir sayfa hazırlarken, Dünya’ya sıra
gelince nasıl bir tutum takınmak gerektiğini saptamak hiç kolay değil.
O aslında normal bir gezegen; ama biz, üzerinde yaşıyor olduğumuzdan
onu istisnai bir konuma yerleştiriyoruz. Halbuki bu, gök bilimcilerden
çok jeofizikçileri ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla ben burada sadece
gök bilimi açısından bir anlam ifade eden durumlarla kısıtlamanın en
iyisi olacağı kanısındayım.

Dünya’nın yörüngesinde herhangi bir olağandışılık yok. Dünya’nın
Güneş’ten ortalama uzaklığı 149.597.000 kilometre; Güneş etrafında
dolanım süresi 3651/4 gün; yörüngesel hızı saniyede ortalama 29,8
kilometre, yani saatte 107.000 kilometredir. Dünya’nın Güneş etrafında
izlediği yol kusursuz bir daire değildir; Ocak’ta günberi, Temmuz’da
günöte noktalarına ulaşırız. Ama mevsimler, değişen uzaklık
(147.200.000 km ile 152.000.000 km) yüzünden değil Dünya’nın dönme
ekseni yörünge düzlemine göre 231/2 derece eğik olduğu için ortaya
çıkar. Diğer gezegenlerden Mars, Satürn ve Neptün’ün eksenleri de
bizimkine benzer şekilde eğiktir. Jüpiter ve Merkür ise neredeyse
dimdiktirler. Venüs, daha önce söz ettiğim gibi biraz gariptir; bize
göre ters yönde dönmektedir. Uranüs daha da gariptir, çünkü eğikliği
doksan dereceden fazladır.

Dünya büyüklük ve yoğunluk açısından da aynı şekilde özelliksizdir.
Ekvatordaki çapı 12.757 kilometreyken, kutuplar esas alınarak ölçülen
çapı 12.714 kilometre kadardır. Yani tam bir küre değildir, kutuplardan
basıktır. Bu basıklık Mars’ınkinden az, ama Merkür ve Venüs’ünkilerden
çoktur. Özgül ağırlığı 5,5’tur; yani Dünya, kendisiyle aynı hacmi
kaplayan sudan 5,5 kat daha ağırdır. Venüs ve Mars Dünya’dan daha düşük
yoğunluktayken, Merkür neredeyse aynıdır.

Dünya sadece tek bir konuda benzersizdir. Büyük bir uyduya sahip olan
göreli en küçük gezegen odur. (Plüton ve refakatçisi Charon’u
saymıyorum çünkü Plüton tam olarak bir gezegen sayılmıyor.) Ben Dünya
Ay birlikteliğini çift gezegen olarak görüyorum. Geceleri aydınlatan
bir ışık kaynağı olmasını bir kenara bırakırsak, Ay, okyanus
gelgitlerinin esas yaratıcısıdır. Dünya dönerken Ay’ın çekim kuvveti,
suların şişkinlik yapacak şekilde yükselmelerine neden olur, bu
şişkinlik Dünya’nın diğer tarafında da görülür. Bu şişkinlikler Dünya
ile birlikte dönmez ve Ay’ın altında kalmayı sürdürürler. İki şişkinlik
olduğundan, Dünya üzerinde bir noktada günde iki kere gelgitle
karşılaşılır, yani şişkinlikler bir günde Dünya’yı iki kere dolaşıyor
gibi görünürler. Gerçek hayatta durum daha karışıktır. Güneş’in de
Dünya üzerinde gelgit yaratıcı güçlü bir etkisi vardır. Güneş ve Ay’ın
aynı yönde çektikleri anlar (yani yeni ay ve dolunayda), gelgitlerin en
güçlü oldukları zamanlardır. Büyük gelgitler olarak adlndırılan bu
gelgitlere, bahar mevsimiyle hiçbir ilgisi olmadığı halde yanlış bir
şekilde bahar gelgitleri de denir. En zayıf gelgitler ise yarım ayda
görülür ve küçük gelgitler olarak adlandırılırlar.

Diğer gezegenlerde deniz olsaydı, yaşayacakları gelgit bizimkinden
farklı olacaktı. Venüs’ün uydusu yoktur; varsayımsal Mars denizleri
ise, hem Mars Güneş’ten uzak olduğundan hem de iki ufak uydu Phobos ve
Demios gelgit yaratamayacak kadar çelimsiz olduklarından, sakin ve
hareketsiz kalacaktır. Aslında bu ufak uyduların, Mars tarafından uzun
süre önce yakalanmış iki asteroit olduğu düşünülüyor. Eğer bu mümkünse,
Dünya’nın da henüz farkedemediğimiz küçük uyduları olabilir mi?

İkinci uydu fikri çok eskiden beri vardır. Hatta Jules Verne, ünlü
romanı Ay’a Seyahat ‘te bu fikri kullanmıştır. Başka uydu, romanın
öyküsü açısından gerekliydi, çünkü bu uydu insanları taşıyan füzeye
çarparak onu rotasından çıkartıyor; füze de Ay etrafında bir tur atıp
Dünya’ya geri dönüyordu. Ancak bir küçük uydu varsa bu gerçekten de çok
küçük olmalıdır. Dünya kadar yansıtma gücü veya ‘albedo’su (beyazlık
derecesi) olan (yani yüzde kırk), 40 km çaplı bir uydu, bizden Ay kadar
uzaktayken, birçok yıldız kadar, örneğin Orion’daki Betelgeux kadar,
parlak görüncektir ki bu duumda onu eski zamanlardan beri biliyor
olurduk. 40 km çaplı bir cisim 3 milyon kilometre uzaklıktayken bile
çıplak gözle görülebilir. 20 km çaplı bir cisim ise aynı uzaklıktayken
dürbün ile rahatça farkedilir. Uydunun çapının topu topu 1,5 kilomete
olduğunu varsaysak bile ortaboy bir teleskop onu milyonlarca kilometre
uzaktayken gösterecektir. Bu da eğer varolsaydı çok uzun zaman önce
farkedilirdi demek oluyor. Yani eğer sonuçta küçük bir uydumuz varsa da
ufacık ve büyük bir ihtimalle de şekilsiz bircisimden başka birşey
olamaz.

Plüton’un kâşifi Clyde Tombaugh, savaşın sona ermesinden çok kısa bir
süre sonra, yürüttüğü uzun ve sistemli çalışma ile küçük bir uydu
aramaya girişti Kullandığı araçlar, binlerce kilometre uzaktaki futbol
topu büyüklüğünde bir cismi yansıtma özelliği olmasa bile,
saptayabilecek kapasitedeydi. Bu durumda 3 metre çapındaki bir cisim
15.000 km uzaktayken belirlenebilirdi. Ancak hiçbirşey bulamadı.

Bir süre önce 1685 nolu asteroit Toro hakkında ilginç bir varsayım
ortaya atıldı. Çapı 10 kilometre kadar olan Toro, 8 Ağustos 1972’de,
Dünya’ya oldukça yakın sayılabilecek bir mesafeden 21.000.000 km
uzağımızdan geçmişti. Yörüngesi Dünya’nınkinden çok farklı değildi ve
düzenli zaman aralıklarıyla yanımıza yaklaşıyordu. Bunun üzerine
basında, onun Dünya’nın uydusu haline geldiği yönünde iddialar yer
aldı. Ancak böyle bir şey söz konusu bile olamazdı; Toro, son derece
normal bir asteroitti.

Ayrıca Ay ile aynı yörüngede ama biri Ay’ın 60 derece ilerisinde,
diğeri de 60 derece gerisi olmak üzere Dünya’nın etrafında dönen, gök
taşı parçacıkların- dan oluşmuş seyrek bulutlar olabileceğine dair bir
düşünce vardı. Bu sabit noktalar, büyük Fransız matematikçisi
Lagrange’ın anısına onun adıyla anılır. Böyle birşey imkansız değildi
ve Polonyalı gök bilimci K. Kordylewski, bu bulutların görülebildiğini
iddia ediyordu. Ama u bulutlar varlarsa bile yoğunlukları çok düşük
olacaktır.

Gezegenlerarası madde ise kendini Burçlar Işığı ve Gegenschein olarak
bilinen gök aydınlıkları şeklinde gösterir. Burçlar Işığı tutulum
dairesi boyunca uzanır; ancak ya günbatımından hemen sonra ya da
gündoğumundan biraz önce kısa bir süre için görülebilir. Samanyolu’nun
orta derecede parlak kısımlarından bile daha parlak olduğu anlar
vardır. Bu duruma Güneş sisteminin ana düzlemi etrafında yayılmış
parçacıklar yol açar. Bu parçacıkların ortalama büyüklüğü bir iki
mikron kadardır.(bir mikron, metrenin milyonda birine eşittir.).
Burçlar Işığı, tutulum dairesi boyunca uzandığından, tutulum dairesi
ufka göre dik olduğunda, başka bir deyişle Şubat/Mart ve Eylül/Ekim
aylarında, iyi şekilde görülür.

Gegenschein’ı görmek çok zordur. Gökyüzünde Güneş’in tam zıt yönünde
zayıf bir aydınlanma olarak görülür. En büyük halinde çapı dolunay’ın
kırk katı kadar olabilir. Almanca olan ismi İngilizce’ye Counterglow
(Türkçe’ye ise Karşıgün) olarak çevrilmiştir. Bu olayın sebebi de
gezegenler arası maddedir.

Meteorlar yani akan yıldızların da gezegenler arası çöplüğe dahil
oldukları zannedilir. Ama gerçekte durum böyle değildir. Aslında
meteorlar, kuyruklu yıldızların arkalarında bıraktıkları izlerdir.
Dünya, bu tür bir izin içinden geçecek olursa, sonuç bir meteor yağmuru
olur.

Bazı meteor yağmurları her yıl yaşanır. Bunlardan en görülmeye değer
olanı Ağustos’un ilk günlerinde gerçekleşen Perseid yağmurudur. Bu
isimle anılmasının nedeni meteorların Perseus takımyıldızının bulunduğu
bölgeden geliyor gibi görünmeleridir. Bu durumun ortaya çıkmasına neden
olan Swift-Tuttle kuyruklu yıldızı yörüngesini 130 yılda tamamlar.
Dünya’nın yakınından en son 1992 yılında geçmiştir. Bir meteor
atmosferin üst tabakalarına girdiğinde atmosferdeki parcacıklarla
arasında oluşan sürtünme sonucu yanarak parçalanır. Tabii hiçbir
meteor, etrafındaki hava sürtünme sonucu ısı yaratacak kadar yoğun
değilse akanyıldız olarak görülmez. Üstelik saniyede 70 kilometrelik
bir hızla gidiyor olması da birşey değiştirmez. Akan yıldızların
genellikle deniz seviyesinden 190 km yukarıdayken görünür hale geldiği
ve 65 kilometreye düşene kadar yandığı belirlenmiştir. Yere doğru olan
yolculuklarını tamamladıklarında ise iyi kalite toz haline
gelmişlerdir. Bilinen meteor yağmurlarından başka ara sıra görülen ve
herhangi bir yönden gelen akanyıldızlar da vardır ki, bunlar bilinen
hiçbir kuyruklu yıldızla bağlantılı değillerdir.

Hava bulunmayan Ay’da yıldız kayması görülmez; çünkü orada sürtünme
yaratıp cismin parlamasına neden olacak hiçbirşey yoktur. Venüs’te ise
bir meteor fazla yol almadan yok olacaktır. Yıldız kayması görmek
istiyorsanız ya evinizde oturmalı ya da akanyıldızların çok sık
görüldüğü Mars’a gitmelisiniz.

Gök taşları yani meteoritler ise hayli farklıdır. Küçük gezegen
kuşağından gelen göktaşlarının kuyruklu yıldızlarla veya
akanyıldızlarla bir bağlantıları yoktur. Büyükçe bir göktaşı küçük bir
asteroit kadar olabilir. Bir göktaşı düştüğü yerde krater oluşturabilir.

Meteorit düştüğünü gören çok fazla kişi yoktur. Ancak 1965 yılı Noel
arifesinde Barwell gök taşını, İngiltere göklerini boydan boya
katederek parçalarını Leicestershire üzerine dağıtmadan önce gören çok
kişi olmuştur. Daha yakın bir zamanda ise yine yolculuğu çok kişi
tarafından izlenen Bovedy gök taşının parçalarının büyük bir bölümü
İrlanda Denizi’ne düşerken bir kısmı Kuzey İrlanda’da bulunmuştur. Son
İngiliz göktaşı da 5 Mayıs 1991’de Cambridgeshire yakınlarındaki
Glatton’da görülmüştür. Bu 767 gram ağırlığındaki minik gök taşı,
bahçesinde çiçekleriyle ilgilenmekte olan Bay Pettifor’dan 20 metre
kadar uzağına düşmüştür. Şu ana kadar göktaşı çarpması sonucu ölen veya
yaralanan olmamıştır. Ancak birkaç kişinin kıl payı kurtulduğu da bir
gerçek.

Birçok müzenin gök taşı kolleksiyonu vardır. Ama siz en ağır göktaşı
rekorunu halen elinde bulunduranı görmek istiyorsanız, Güney Afrika’da
Grootfontein yakınlarında bulunan Hoba West çiftliğine gitmelisiniz Bu
göktaşı hâlâ tarihöncesi zamanlarda düştüğü yerde duruyor. Toplam
ağırlığı altmış tondan fazla olduğu için kimsenin onu kaçırmaya
kalkışmayacağı çok açık.

Uzay Çağı’ndan önce elde edebildiğimiz tek dünya dışı madde
göktaşlarıydı. Yapılan incelemeler birçok alt ayrım bulunsa da taşsı ve
demirli olmak üzere iki ana tür olduğunu gösteriyor. Dünya’ya düşmüş
bazı göktaşlarının Mars veya Ay’daki patlamalar sonucu onlardan kopmuş
parçalar plduğu yönünde benim şüphe ile baktığım bir şey de var.
Aslında ben Sir Fred Hoyle’ün Dünya’ya hayatın bir göktaşı aracılıyla
geldiğini söyleyen kuramına pek de sıcak bakmıorum. Evet hayatın ortaya
çıkışı esrarını hâlâ koruyor;ama bana kalırsa göktaşı kuramı
beraberinde çözülebileceğinden daha çok sorun getiriyor.

Şimdi de gezegenlerarası maddeden son derece farklı olan atmosferimizi
inceleyelim. Bildiğiniz gibi atmosfer birçok katmandan oluşmaktadır.Bu
konudaki terminoloji fazlasıyla karmaşıktır; bu yüzden durumu
basitleştirmek için sadece en temel kavramları kullanmayı amaçlıyorum.

Atmosfer esas olarak iki gazdan oluşmaktadır: Nitrojen (%78) ve oksijen
(%21). Ayrıca bileşimde az miktarda da olsa argon ve karbon dioksit
gibi başka gazlar ve değişken miktarda su buharı bulunur. Güneş
sistemindeki başka hiçbir gezegen, bizimkine benzer bir atmosfere sahip
değildir. Satürn’ün en büyük uydusu olan Titan’ın atmosferinitrojn
açısından zengindir; ancak geri kalan kısmın çoğunu metan oluştururken
neredeyse hiç serbest oksijen yoktur.

Atmosferin en alt tabakası troposfer olarak bilinir. Troposferin
kalınlığı 8 ile 18 km arasında değişir. Kalınlığı enlem göre değişiklik
gösterir; en kalın olduğu bölge ekvatorun üzeridir. Normal
bulutlarımızın ve havamızın bulunduğu yer burasıdır. Yükseklik arttıkça
sıcaklık azalır; troposferin üst kısımlarında -44 santigrat’a (-80F)
kadar düştüğü görülür. Elbette ki bu yükseklikte yoğunluk da oldukça
düşük olacaktır.

Troposferin üzerinde 48 km yükseğe kadar uzanan stratosfer vardır.
Yukarı doğru çıkıldıkça sıcaklığın düşmeye devam etmeyip aksine artması
şaşırtıcıdır; tabakanın üst kısımlarında +15 santigrat’a (+60F) kadar
çıkar. Bunun nedeni oksijenin özel bir biçimi olan ozonun varlığıdır.
Bir ozon molekülü alışılagelmiş ki oksijen atomu yerine üç oksijen
atomundan (O3) oluşmaktadır. Güneş’ten yayılan kısa dalga ışıma ozon
tabakasını ısıtır ve stratosferdeki sıcaklığın daha fazla düşmesini
engeller. Yalnız bu arada bilimsel anlamıyla sıcaklık ile bizim
anladığımız ısı arasında bir fark olduğunu da gözden kaçırmayın.
Sıcaklık, atomların ve moleküllerin hareket etmelerine bağlıdır;
hareketler hızlandıkça sıcaklıkartar. Ancak stratosferde o kadar az
molekül kalmıştır ki ısı ihmal edilebilir. Burada durumu bir
benzetmeyle açıklayabiliriz. Havaî fişek kıvılcımları çok sıcaktır;
ancak kütlleri o kadar düşüktür ki onlar elinizle tutmanın hiçbir
sakıncası yoktur(Yani sadece kırmızı olan bir demir parçası daha düşük
bir sıcaklıktadır denebilir;ama yine de elinizde tutmanızı tavsiye
etmem).

Bir genelleme yapacak olursak, ışığın keskin hatlara sahip alt
kenarları, deniz seviyesinden 95 kilometre kadar yukarıda başlar ve en
fazla 110 kilometreye kadar çıkar. Normal üst sınır ise 300 kilometre
kadardır; ancak istisnai olarak 965kilometreye kadar çıktığı da
olmuştur. Kutup ışıkları çok çeşitli görünüşlerde ortaya çıkar; sadece
basit bir parıldama olarak görülebileceği gibi yay, ışın, şerit,
yelpaze, perde gibi biçimler aldığı da olur. Canlı renklerde ve
hareketli bir yapıda olması da mümkündür. İzlemek için kullanacağnız en
iyi araç gözlerinizdir. Işık sırasında kırılma sesleri ve keskin bir
koku duyulduğu yönünde iddialar var; ancak belirtmem gerekir ki ben
herzamanki gibi böyle bir iddialara şüphe ile yaklaşıyorum ve ne
gürültü ne de koku olabileceğine ihtimal vermiyorum.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA Empty
MesajKonu: Geri: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA EmptySalı Tem. 01, 2008 4:24 pm

Merkür veya Ay’da kutup ışıkları görülmez. Mars`ta olabilir ama
elimizde görülebildiği yönünde bir kanıt yok. Venüs’e gelince, orada
görülen Ashen Işığı ile kutup ışıkları arasında bir bağlantı var gibi
görünüyor. Dev gezegenlerdeyse güçlü kutup ışıklarına rastlanıyor.
Ancak Uranüs ve Neptün’deki büyük ışık gösterileri, gezegenleri
gördüğümüzşekliyle kutuplardan çok ekvatora yakın bölgelerde oluşuyor.
Bu da, söz ettiğimiz iki gezegenin dönüş eksenleriyle manyetik
eksenleri arasında aşırı bir eğiklik oluşundan kaynaklanıyor.

İyonosferin üzerinde atmosferin en dış bölümü olan egzozfer vardır.
Ancak egzozferin ulaştığı saptanabilir bir üst sınır yoktur; yoğunluğun
genel gezegenlerarası atmosferik ortalamadan fazla olmadığı yerde
azalıp yok olur. Egzosferin üst kısımları çarpışmasız gazdan oluşur;
yani oradaki atomlar ve moleküller komşularıyla çarpışmadan sakin bir
biçimde Dünya etrafında yörüngelerinde ilerler.

Şimdi de biraz Dünya`nın manyetik alanın en güçlü olduğu bölge olarak
tanımlanabilecek manyetosferden bahsedelim. Damla şeklinde olduğu bölge
olduğu söylenebilcek bu alanın sivri ucu Güneş’ten öte tarafa doğru
uzar. Manyetosferin üst sınırı Dünya`nın Güneş`e bakan yüzünde 64.000
kilometreye kadar çıkarken karanlık tarafta çok daha yukarılara uzanır.
Güneş`ten, Güneş rüzgârları olarak adlandırılan sürekli bir parçacık
akışı vardır. Güneş rüzgârını oluşturan bu parçacıklar Dünya`nın
manyetik alanıyla karşılaştıklarında bir şok dalgası olşmasına neden
olurlar.

Manyetosferin içinde Van Allen kuşakları olarak adlandırılan iki yoğun
ışıma bölgesi vardır. Kuşaklar adlarını, keşiflerini mümkün kılmış
Amerikalı bilim adamı James Van Allen`dan almışlardır. Bu kuşakların
varlıkları 1 Şubat 1958`de fırlatılan ve Amerika`nın ilk başarılı yapay
uydusu olan Explorer 1`in taşıdığı araçlar sayesinde saptanmıştır. İki
ana kuşak vardır; birincisinin alt sınırı 8000 kilometrede başlar,
ikincisi ise 37.000 kilometreye kadar uzanır. Esas olarak protonlardan
oluşan alt kuşak Brezilya kıyısı bölgesinde Dünya yüzeyine doğru
yaklaşır. Bunun nedeni Dünya’nın manyetik alanı ile dönme ekseni
arasında bir denge bulunmasıdır. Güney Atlantik Anormalliği adı verilen
bu durum, yapay uydularda bulunan teknik malzeme açısından tehlike
oluşturur. Bu bölge içinde uzun süre kalan duyarlı araçlarda çeşitli
sorunlar ortaya çıkar.

Dünya`nın manyetik alanının varlığı, demir açısından zengin çekirdeğin
hareketleriyle ilgilidir. Ancak onu anlamak istediğimiz kadar
anlayabildiğimizi söyleyemeyiz. Ama en azından diğer gezegenlerin
manyetik alanlarıyla kıyaslayabiliriz. Bugün bildiğimiz kadarıyla
şunları söyleyebiliriz: Ay`da ve Venüs`te manyetik alan, dolayısıyla
Van Allen benzeri kuşaklar,yoktur. Mars`ta böyle bir alan varsa da
oldukça zayıftır. Dev gezegenlere gelince, hepsi güçlü birer mıknatıs
gibidirler.Jüpiter incelendiğinde, gezegenin etrafını saran ışınım
alanlarını insanlı bir uzay aracının keşif amaçlı yolculuğunu
engelleyebilecek kadar güçlü olduğu görülür. Bu, birçok açıdan uygun
bir hedef sayılabilecek Jüpiter`i konu dışı bırakabilecek kadar ciddi
bir tehdittir.

Dünya`nın iç kısımları hakkında bildiklerimizin çoğunu, deprem şokları
sonucu ortaya çıkan dalgaları inceleyerek öğrenmişizdir. Burası bu
konunun ayrıntılarına girmek için uygun biryer değil ancak; bizi
ilgilendiren iki deprem dalgası türünden kısaca sözetmek istiyorum.
Bunlardan birincisi bir sıvı içinde ilerleyebilirken diğeri
ilerleyebilirken diğeri ilerleyemez.Çekirdeğin sıvı kısmını ölçme
çalışmaları, ikinci tip dalganın tam olarak nerede durduğuna bakılarak
yürütülür.

Dünya`nın kabuğunun okyanusların altındaki ortalama kalınlığı 10
kilometredir, bu sayı kıtaların altında 50 kilometreye kadar çıkar.
Yerkabuğunun altında, 2850 kilometre kadar aşağıya inen ve Dünya`nın
kütlesinin %67`sini oluşturan manto vardır. Mantoyu oluşturan maddenin
erimiş hali genellikle deniz yatağındaki volkanik ağızlarınçevresinde
görülen bazaltı oluşturur. Mantonun altında ise çekirdek vardır; sıvı
ve katı olmak üzere iki bölümden oluşan çekirdeğin katı kısmı içtedir.
Dünya`nın merkezindeki sıcaklık yaklaşık 4000 santigrat (7000 F) derece
kadardır. Bu diğer iç gezegenlerde veya Ay`da görülmeyen yükseklikte
bir sıcaklıktadır.



Jeoloji bize Dünya`nın tarihiyle ilgili çok önemli bilgiler
sağlayabilir. Yaşı hakkında herhangibir kuşkumuz yok sayılır. İlk
baştaki atmosferin yok olduğunu ve Dünya`nın iç kısmından çıkan
gazların ve buharın bugünkü atmosferi oluşturduğunu düşünüyoruz. En
ilkel biçimiyle hayat, dünya tarihinde oldukça erken sayılabilecek bir
dönemde, büyük bir olasılıkla da denizlerde başladı. Başlangıçtayeni
atmosfer karbon dioksit açısından çok zengindi. Bitkilerin karalar
üzerinde yaygın biçimde yaşamaya başlamasıile bu durum değişti.
Bitkiler fotosentez olarak adlandırdığımız süreç içinde atmosferdeki
karbon dioksiti kullandılar ve serbest oksijen açığa çıkardılar.
Kendimizi bir zaman makinesiyle geçmişe örneğin 500 milyon yıl önce
yaşamakta olan Kambriyen Dönem`e, gönderebilsek boğulup gideriz.

Dünya`da düzenli aralıklarla buzul çağları yaşanmaktadır. Bu duruma
henüz mantıklı bir açıklama getirilememiştir. Sonuncusu 10.000 yıl
kadar önce bitmiş olan bu buzul çağlarının gelecekte de yaşanacağı
konusunda hiçbir şüphe yoktur. Küçük gezegenlerin etkisinden, Dünya`nın
yörüngesindeki değişikliklere kadar değişen birçok konuyu içeren
kuramlar ortaya atılmıştır. Ancak herşeyi gözönüne alıp düşündüğümüzde,
işin içinde Güneş`in olması gerektiğini görürüz. Ne de olsa Güneş
değişken bir yıldızdır.

Apollo astronotlarının gördüğü gibi Ay`dan bakıldığında Dünya`nın
muhteşem bir görüntüsü vardır. Kalın bulutlar yüzünden Venüs yüzeyinden
Dünya`yı görmek imkansızdır. Ama Venüs bulutlarının hemen üzerine
çıkılıp bakılabilse Dünya (6,5 açı saniyelik büyüklüğüyle) birinci
kadirden bir yıldız olarak çok etkileyici bir görüntüye sahip
olacaktır. Mars,tan Ay tipi evreler geçiren çok hareket eden bir iç
gezegen olarak görülecektir. Mars`tan görülen Dünya, hareketleri
bakımından bizim gördüğümüz Venüs'e benzer. Jüpiter üzerinde bir
gözlemci Dünya`yı görme konusunda zorlanacaktır. Daha dışarıdaki
gezegenlerden bakıldığındaysa Dünya Güneşin parlaklığı içinde yok
olacaktır. Güneş sistemi içinde önemsiz bir konumu olduğu çok açık;
ancak o bizim gezegenimiz, bizim evimiz, üstelik tam bize göre.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! DÜNYA
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: UZAY & BİLİNMEYENLER-
Buraya geçin:  
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar