DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS Empty
MesajKonu: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS EmptySalı Tem. 01, 2008 4:35 pm


Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS Uranus_lg

Eski zamanlarda gezegenlerden beş tanesi biliniyordu. Bunlara Güneş ve
Ay da eklendiğinde Güneş sisteminin yedi üyesi oldu. Yedi mistik
rakamdı, dolayısıyla bundan daha uygun bir sayı da olamazdı. Ayrıca
yeni bir büyük gezegen olabileceği pek akla gelen bir fikir değildi. Bu
durum, tanınmamış bir amatör gözlemcinin gök bilimi dünyasını sarsan
keşfini yaptığı 1781 yılına kadar böyle kalmıştı.

William Herschel, Hanover’da doğmuş ancak genç sayılabilecek bir yaşta
İngiltere'ye gelerek org çalmaya başlamıştır. O sıralarda çok gözde bir
yer olan kaplıcalarıyla ünlü Bath’e yerleşen Herschel, kısa süre içinde
çok ünlü olmuştu. Gök bilimi ile bir hobi olarak ilgilenen müzisyen,
aynalı teleskoplar yapıyordu. Ayrıca birinci sınıf bir gözlemciydi.
1781 yılının 13 Mart gecesinde el yapımı teleskoplarından biriyle
Gemini takımyıldızını yani İkizler’i oluşturan yıldızları incelerken
gördüğü şey bütün hayatını değiştirecekti. Onun sözlerinden alıntı
yapacak olursak:

“Gemini takımyıldızı civarındaki yıldızlara bakarken, diğerlerinden
daha büyük olan bir tane gördüm. Bu beklenmedik görüntü karşısında onu,
Gemini takımyıldızındaki yıldızlarla ve Auriga ile Gemini arasındaki
küçük yıldızla kıyasladım, sonuçta hepsinden daha büyük olduğunu
gördüm. Bu durumda onun bir kuyruklu yıldız olduğu sonucuna vardım.”

Kuyruklu yıldılar ilginçtir ama az rastlanır değillerdir, dolayısıyla
Herschel de bu keşfi karşısında pek heyecanlanmamıştı. Bu cisimden
bahsettiği ilk yazının başlığı Bir Kuyruklu Yıldızın Beyanı’ydı. Ve o
bu yazıyı yazarken bulduğu şeyin ne kadar önemli olduğunun farkında
değildi. Daha sonra cisim üzerinde çalışan matematikçiler cismin
yörüngesini belirlediler. Ortaya çıkan yörünge hiç de bir kuyruklu
yıldızınmış gibi durmuyordu. Aslında bu cisim, Güneş etrafında bir tam
dönüşünü 84 yılda tamamlayan, Güneş’ten ortalama 2.867.000.000 km
uzakta olan ve Satürn’den çok daha uzakta bulunan bir gezegendi.

Herschel, cisme İngiltere Kralı III. George’un şerefine Georgium Sidus
yani George Yıldızı adının verilmesini önerdi. III. George, Herschel’e
Kral’ın Gök Bilimcisi ünvanını vermiş ve ona müziği bir iş olarak devam
ettirmesini gereksiz kılan, tüm zamanını gök bilimine adamasına olanak
veren bir aylık bağlamıştı. Yabancı gök bilimciler cisme verilen bu
isimden pek hoşlanmamış ve hatta kâşifin şerefine Herschel denmesini
bile kabul etmişlerdir.Daha sonra, mitolojik sistemin kullanımını
yaygınlaştığında, yeni gezegenin adı, göğü temsil eden tanrının anısına
Uranüs olmuştur.

Keşiflerin şans meselesi olduğu genel kabul gören bir görüş olsa da bu,
düzenli bir şekilde gökyüzünü gözden geçirmekte olan Herschel’e yapılan
bir haksızlıktı. Arkadaşı Dr. Hutton’a yazdığı bir mektupta söylediği
gibi: “O akşam çok çalıştığım için gözden kaçırdım diyelim, ama ertesi
gün farketmeliydim. Teleskobum o kadar iyiydi ki kolayca görülen
gezegen yüzeyini bakar bakmaz görebilirdim.” Herschell hiç teleskop
yapmamış olsa bile bu yeni gezegenin o günden pek de uzak olmayan bir
tarihte farkedilebileceği çok açıktı. En geç yeni yüzyılın ilk
yıllarında, Mars ile Jüpiter’in yörüngeleri arasındaki kayıp gezegeni
aramakta olan Schörter’in yılıdız polisleri tarafından bulunacaktı.

Uranüs’ü ilk farkedenin Herschel olduğu doğrudur; ama o, gezgeni ilk
gören kişi değildir. Daha önceki yıllarda birçok kez kayda
geçirilmiştir. İlk Kraliyet Gök Bilimcisi olan John Flamsteed, 1690 ile
1725 yılları arasında Uranüs’ü tam altı kere görmüştür. Normal bir
yıldız olduğunu düşünerek pek üzerinde durmayan Flamsteed ona, bir
yıldız ismi ( 34 Tauri) bile vermiştir. Keskin gözlü insanlar nereye
bakacaklarını bilirlerse, ortalama kadri 5,7 olan gezegeni çıplak gözle
kolayca görebilirler.

Uranüs de devlerden sayılabilir. Jüpiter’e veya Satürn’e göre küçük
sayılabilir; ancak Dünya’dan çok daha büyüktür. Ekvatoral çapı 51.120
kilometre kadarken, küresel olarak basık sayılabileceğinden kutupsal
çapı bu değerden daha düşüktür. Satürn’e göre çok yoğun sayılabilecek
Uranüs, sudan yoğundur. Hacimsel olarak Dünya’dan 67 kat büyüktür;
ancak kütlesi Dünya’nınkinin sadece 141/2 katı kadardır. Kurtulma hızı
saniyede 22,5 kilometredir. Yüzey çekimi ise Dünya’nınkinden biraz daha
fazladır.

Bir teleskop ile bakıldığında Uranüs, soluk mavimsi yeşil bir yuvarlak
olarak görünür. Esrarengiz hiçbir tarafı yoktur. Bulutların üst
kısımları o kadar soğuktur ki, metan donarak altındaki amonyak
bulutlarının üzerini kaplayan bir bulut katmanı oluşturur. Metan, uzun
dalgaboylu ışıkları emerken mavi ve yeşili emmez; bu da Uranüs’ün niye
o renk görüldüğünü açıklamaktadır. Atmosferi hidrojen açısından
zengindir; yüzde 15 oranında da helyuma rastlanır.

Uranüs’ü Jüpiter’in veya Satürn’ün küçük bir kopyasıymış gibi görmek
son derece yanlıştır. İncelendiğinde onlardan oldukça farklı olduğu
görülür. Son kuramlara göre, büyüklüğü tam olarak belirlenememiş olsa
da bir çekirdeği vardır. Bu çekirdeğin üzeri, gazların buzlar ile
karışımlarından oluşan kalın tabakalarla çevrilidir. Bu tabakalar
bulutların üst kısımları kadar soğuklarsa donmuş halde bulunmaları
gerekir. Karışımların büyük çoğunluğu bir tür su karışımından oluşuyor
gibi görünmektedir. Bu su ayrıca amonyak ve metan ile birleşerek kalın,
buzlu bulut katmanlarını da oluşturmaktadır.

Voyager 2 göreve çıkmadan çok önce ortaya atılan bu görüşler, uzay
araçlarından elde edilen bilgileri tarafından doğrulandı. Uranüs ile
ondan bir dışarıdaki dev olan neptün, ikiz sayılabilirler.
Jüpiter/Satürn çifti, Uranüs/ Neptün çiftinden oldukça farklıdır.
Ayrıca en dıştaki devler arasında da birçok farklılık vardır. İçsel bir
ısı kaynağı olmayan veya en iyi olasılıkla çok güçsüz bir ısı kaynağı
olan Uranüs’ün ekseni inanılmayacak kadar eğiktir.

Jüpiter veya Satürn kadar olmasa da Uranüs’ün de hızlı bir dönücü
olduğu söylenebilir. Bugün dönme süresinin 17,24 saat olduğunu
biliyoruz. Bu süre, Voyager 2’nin uçuşundan önce tahmin edilenden
uzundur. Dünya’dan, kutup bölgeleri gezegenin yuvarlağının orta
bölümünde yer alır biçimde görüldüğü zamanlar olur.

Gezegenlerin çoğunun dönüş eksenleri ile yörüngeleri arasında dik
sayılabilecek bir açı vardır. Dik açıdan sapma Dünya için 23,5
derecedir; Mars’ınki de yaklaşık bu kadardır; Satürn ile Neptün biraz
daha eğikken Jüpiter ve Merkür neredeyse dimdiklerdir. Uranüs’ün durumu
ise tamamen kendine özgüdür. Eksenel eğikliği 98 derecedir ki bu değer
dik açıdan daha fazladır; yani teknik olarak geriye doğru
devinmektedir. Bu da Uranüs’te yaşanan mevsimlerin biraz garip olacağı
anlamına gelmektedir. Önce bir kutup, daha sonra ise diğer kutup 21
Dünya yılı kadar süren bir karanlığa gömülecektir. Bu uzun gece boyunca
karşı kutupta da gce yarısı güneşi hüküm sürecektir. Dönüş süresinin
geri kalanında ise uç durumlara daha az rastlanır.

Peki ama hangisi kuzey kutbu, hangisi güney kutbudur? Bu soruya
cevaplandırmak sanıldığı kadar kolay değildir. Voyager 2’nin 1986
yılında gerçekleşen karşılaşması sırasında Pasadena’daki Görev Kontrol
Merkezi’nde verilen basın demeçleri hakkında sonuç alınamayan bir
tartışma çıkmıştı. Uluslararası Gök Bilimi Birliği’nin (IAU), tutulum
dairesinin (Dünya’nın yörünge düzlemi de diyebiliriz) üstünde kalan tüm
kutupların kuzey kutbu, altında kalan bütün kutupların da güney kutbu
olduğu yönünde bir kararı vardır. Bu durumda Voyager 2 geçerken güneş
ışığı alan kutup Uranüs’ün güney kutbu olacaktır. Ancak Voyager ekibi
bunu tersine çevirmiş ve güneş ışığı alan kutba kuzey kutbu
demişlerdir. Seçim size kalmış. Ben IAU’nun kararına uyma taraftarıyım.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS Empty
MesajKonu: Geri: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS EmptySalı Tem. 01, 2008 4:36 pm


Bu aşırı eğiklik sonucunda, Dünya’dan bazen tam kutba bazen de tam
ekvatora doğru bakmaktaız. Söz gelimi 1946 yılında kuzey kutbu
yuvarlağın ortasında yer alıyor; ekvator ise kenarda dönüyordu. 1966
yılında ise ekvator yukarıdan aşağıya doğru dönerken, kutuplar
kenarlarda yer alıyordu. 1985-86 yıllarında tekrar bir kutba (bu sefer
güney) kuş bakışı bakmıştık. 2007 yılında ise bir ekvator görüntüsüyle
karşı karşıya olacağız.

Hiç kimse Uranüs’ün niye bu kadar eğik olduğu konusunda bir fikre sahip
değildir. En çok benimsenen kuram, gezegenin, ilk zamanlarında ona
çarpan büyük bir cisim yüzünden yana yattığı yönündedir. Kuşkucu bir
insan olduğumu kabul ediyorum ama, çapı 50.000 kilometre kadar olan bu
büyükçe ve sıvı cismin nasıl olup da böyle eğilebileceğini
anlayamıyorum. Ancak bu arada daha mantıklı bir açıklama bulamadığımı
da söylemek istiyorum. Sonradan bahsedeceğim başka bazı etkenler, Güneş
sisteminin dış kısımlarında milyarlarca yıl önce alışılmadık şeyler
olduğu yönünde belirtiler içeriyor.

Büyük teleskoplarla bile Uranüs’ün soluk yuvarlağı üzerinde gerçek
anlamıyla birşey göremeyiz. Uranüs son derece kişiliksiz bir dünyadır;
Jüpiter ve Satürn’e göre (ve hatta Neptün’e göre bile) çok daha donuk
olduğu tartışma götürmez.

Uranüs’ün parlaklığında uzun dönemli ve kısa dönemli olmak üzere bazı
farklılıklar görülür. Bunun nedeni büyük bir olasılıkla üst
katmanlardaki bulutlarda yaşanan değişikliklerdir. Ayrıca Güneş’ten
yayılan enerjinin az da olsa farklılık göstermesinin de bir rolü olması
muhtemeldir. Bu konuda, değişen-yıldızlarla ilgili olarak yürütülenlere
benzer amatör gözlemler çok yararlı olabilir. Ancak kesin ölçümler
yapmak pek kolay değildir, çünkü Uranüs, parlak bir ışık noktası gibi
değil de belirgin bir yuvarlak olarak görünür.

Amatörlerin Uranüs’ün yıldızların önünden geçişlerini gözlemlemeleri de
yararlı olabilir. Bu konuda tek problem Uranüs’ün çok yavaş hareket
ediyor olması yüzünden bu tür örtülmelerin sık yaşanmamasıdır. Ancak
1977 yılında gerçkleşen bir tane, çok önemli bir keşif yapılmasını
olanaklı kılmıştır.

Tarih 10 Mart’tı ve ilgili yıldız 8. kadirdendi. Örtülme, aralarında
Kuiper Airbone Gözlemevi’nin de bulunduğu birçok merkezden izlenebildi.
Bu gözlemevi, büyük bir aynalı teleskop taşıyan bir uçaktı. Örtülmeden
önce ve sonra yıldız birçok kez parıldadı. Bunun tek açıklaması
yıldızın Uranüs’ün etrafında bulunan koyu renkli halkaların arkasında
kalıyor olmasıydı. Daha sonra halkalar, özel kızılaltı teknikleriyle de
saptandı. Böylece Voyager 2’nin uçuşundan önce onlar hakkında bilgi
sahibi olmuştuk. Halka sistemi oldukça genişti; ama yine de Satürn’ün
muhteşem halkalarıyla kıyaslanamazdı. Jüpiter’in halkaları parlak ve
buzluyken, Uranüs’ünkiler kömür tozu gibi siyah ve dardı.

Voyager 2, Satürn’den 1981 yılında ayrıldıktan sonra çok uzun bir süre
boyunca yol aldı. Üstelik araçta işler pek de yolunda gitmiyordu. Ana
kamerayı taşıyan tarama platformu yeterince yağlanmamış olduğu için
Satürn buluşmasının sonlarına doğru sıkışmıştı ve bir daha normale
dönemeyeceğinden endişe ediliyordu. Neyse ki Uranüs’e yapılan ziyarette
herşey yolunda gitti ve Voyager hiç hata yapmadan görevini tamamladı.
Bu buluşma öncekilerden farlıydı, çünkü uzay aracı hedefine kutup
bölgesinden yaklaşacaktı. Bu, hedef tahtasında tam onikiye isabet
ettirmeye çalışmak gibi birşeydi.

İlk büyük keşif 30 Aralık 1985’te, aracın gezegene en yakın olduğu
tarihten neredeyse bir ay önce yapıldı. Voyager, Uranüs’e o zamana
kadar belirlenen en yakın uydu olan Miranda’dan daha yakın yeni bir
uydu tespit etmişti. Shakespeare geleneği devam ettirilerek bu uyduya
Puck adı verildi. Onu dokuz yeni uydu izledi. Bir gök bilimci durumu,
sanki Tanrı bir karıştırıcıya doldurduğu uyduları gelişi güzel
fırlatmış, diye tasfir ediyordu. Bu uyduların hepsi ufaktı. En
büyükleri olan Puck’un çapı bile 150 km kadardı. Voyager, uydunun koyu
renkli ve kraterli bir cisim olarak görünen bir fotoğrafını çekmişti.

Daha büyük olan uydular da buzlu yapılıydılar; ancak birbirlerine pek
benzemiyorlardı. Oberon’daki kraterlerin zeminleri karanlıktı;
Titania’nın üzerinde hem kraterler hem de vadiler ve buzdan uçurumlar
vardı; Umbriel, daha yumuşak görünüyordu ve yüzeyi sanki daha eskiymiş
gibi duruyordu. Voyager’ın çektiği Umbriel fotoğraflarından parlak bir
şekil görünüyordu ama uzay aracının konumu nedeniyle şeklin
tamamıfotoğrafta yer almıyordu. Bir krater olduğu tahmin edilen bu
yüzey şekline Wunda adı verilmişti. Ariel’in üzerinde, akan bir sıvı
tarafından açılmış gibi duran geniş, dallara ayrılan vadiler göze
çarpıyordu. Ancak uyduların hepsi de atmosfer tutmayacak kadar küçüktü.
Dolayısıyla bir zamanlar Ariel üzerinde sıvı suyun akmış olabileceğini
düşünmek hiç de mantıklı değildi. Sistemde üzerinde durulmaya değer tek
parça Miranda’ydı. Miranda’nın yüzeyinde farklı farklı oluşumlar
görülebiliyordu: Kraterli ovalar, sarp kayalıklar ve uçurumlarla kaplı
parlak bölgeler, korona adı verilen ve yarış pistine benzeyen,
ikizkenar yamuk şeklindeki büyük alanlar. Çapı yaklaşık 480 km kadar
olan Miranda’nın garip yüzeyi bir bilmeceydi. İlk zamanlarında büyük
bir cismin ona çarpmasıyla parçalandığı ve daha sonra tekrar
şekillendiği yönünde iddialar vardır; ancak gerçeği bilmiyoruz.

Halkalar net bir biçimde görülmüştü. Toplam on taneydiler. Ayrıca bir
de en içteki halkadan neredeyse bulutların üst kısımlarına kadar
yayılan seyrek bir madde vardı. Halkaların en geniş olanı en
dıştakiydi; Epsilon halkası adı verilen bu halkanın iki çoban uydusu
vardı. Cordelia ve Ophelia adlı bu uydular Voyager’ın ziyareti
sayesinde tespit edilebilmişlerdi. Voyager, Uranüs’ten uzaklaşırken
çekilen son fotoğrafta halka sisteminde bol miktarda toz bulunduğu
görülmekteydi. Halkalar birkaç metre çaplı parçacıklardan oluşuyordu ve
sonuçta kalınlıkları bir iki kilometreyi geçmiyordu.

Voyager 2, gezegene yaklaşırken birkaç bulut görülmüştü. Uranüs’te
Jüpiter veya Satürn’de görülenlere benzer parazitler yoktu. Gezegenin
kayda değer hiçbir özelliği yokmuş gibi görünüyordu. Nihayet belli
belirsiz birkaç bulut ve radyo sinyallerine rastlandı; bunlar manyetik
alanın varlığını gösteriyordu. Daha sonra Uranüs’ün manyetik alanının
bizimkine göre ters olduğu, yani bizim kuzey dönme kutbu dediğimiz
kutbun, manyetik güney kutup olduğu belirlendi. Manyetik eksen, dönme
eksenine göre 60 derece eğikti ve üstelik kürenin merkezinden
geçmiyordu.

Bu gerçekten de çok garip ve alışılmadık bir durumdu. Uranüs’te kutup
ışıklarının, dönme kutuplarından çok ekvator civarında görüldüğü
anlamına geliyordu. Manyetosfer gezegenin güneş alan yüzünde 600.000,
arka yüzünde ise 6.000.000 kilometreye kadar uzanıyordu; yani uydu
ailesinin tümünü içine alıyor demekti. Kısa dalgaboyunda yürütülen
gözlemlerde, gündüz tarafında güçlü emisyonler görüldüğü saptanmıştır.
Bu, Güneş sisteminde daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen ve
bugün elektro aydınlanma olarak adlandırılan oluşuma neden olmaktadır.

Uranüs birçok bakımdan dev gezegenler arasında bir istisnadır. Sadece o
bir iç ısı kaynağından yoksun görünmektedir; sadece onun eksenel
eğikliği aşırıdır; yüzeyinde hiçbir etkinlik yok gibidir ve ekvatoru
ile kutupları arasında sıcaklık farkı yoktur.

Uranüs’ten bakıldığında Güneş 1,5 yay derecelik bir açıyla görünecektir
ki bu, Dünya’dan Jüpiter’in göründüğü büyüklüğün iki katından azdır.
Ancak yine de Güneş çok parlak olacaktır ve bin tane dolunay kadar ışık
saçacaktır. Diğer gezegenlerin pek azı görülebilecektir. Satürn çıplak
gözle görülebilen bir cisim olacaktır; ancak Uranüs göğünde Güneş’e
yakın bir konumda kalacak ve tıpkı Merkür gibi Güneş’in yanından pek
uzaklaşamayacaktır. Yaklaşık 223/4 yılda bir de gezegen ile Güneş’in
arasından geçecektir. Jüpiter hiçbir zaman Güneş’ten 17 dereceden fazla
uzaklaşmayacak ve çoğu zaman çıplak gözle görülmesi mümkün
olmayacaktır. Neptün ise karşı-konum civarındayken son derece parlak
olacaktır; ancak onun ve Uranüs’ün, Güneş’in farklı taraflarında
oldukları uzun süreler boyunca kaybolacaktır. Bu arada, Uranüs’ün
Neptün’e bizim olduğumuzdan sadece biraz daha yakın olduğunu da gözden
kaçırmayın. Haritalar yanıltıcı olabilir; bu iki gezegenin yakın komşu
olduklarını düşünmek çok yanlıştır. Bu tıpkı bazı Avrupalıların Yeni
Zellanda’nın Avustralya’dan bir taş atımı mesafede olduğunu
düşünmlerine benzer.

Uranüs’ü görmek hiç de zor değildir. 1989 ile 1995 yılları arasında
Sagittarius’ta yani Yay’da bulunmuştur; daha sonra geçeceği
Capricornus’ta yani Oğlak’ta ise bu yüzyılın sonuna kadar duracaktır.
Dürbünle bakıldığında yıldıza benzemeyişiyle ayırt edilebilir. Bir
teleskop kullanılırsa mavimsiyeşil yuvarlak görünür hale gelir. İlginç
ve garip bir dünyadır. Ayrıca modern insan tarafından keşfedilen ilk
gezegen olma gibi bir özelliğe de sahiptir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! URANÜS
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: UZAY & BİLİNMEYENLER-
Buraya geçin:  
Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar