DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON Empty
MesajKonu: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON EmptySalı Tem. 01, 2008 5:07 pm



Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON Pluto

Neptün’ün keşfiyle, Güneş sistemi bir kez daha tamamlanmış gibi
görünüyordu. Uranüs’ün sapmaları açıklanmış; Flamsteed ve diğerlerinin
yaptıkları eski gözlemler yerli yerine oturmuş ve Alexis Bouvard’ı
şaşkına çeviren bütün düzensizlikler ortadan kalkmıştı. Bu, yıllar
boyunca kabul görmüş bir düşünceydi. Ama sonra, çok yavaş ve belli
belirsiz biçimde, dıştaki devler yollarından tekrar çıkmaya başladılar.

Gözlemlenmiş konumlar ile kuramsal konumlar arasındaki farklar o kadar
küçüktü ki, bunlar kolayca ölçümlerde yapılan hatalara bağlanabilirdi.
Ancak yine de bazı kuşkular vardı. Güneş’ten bilinenlerden daha da
uzakta, Güneş sisteminin derinliklerinde bir gezegen daha olabilir
miydi? Olduğunu düşünenlerden biri de Amerikalı gök bilimci David Peck
Todd’du Todd, 1877 yılında Birleşik Devletler Deniz Gözlemevi’inin 68
santimlik teleskobuyla düzenli bir araştırma yapmaya başladı. Küçük
yuvarlak bir yüzey görmeyi ümit ediyordu. Ancak birçok başka avcı gibi,
o da başarılı olamadı. Ama zaman geçtikçe, izinin bulunmasını bekleyen
dokuzuncu bir gezegen oladuğu fikri giderek gerçeklik kazanmaya başladı.

Percival Lowell da tam bu noktada konuyla ilgilenmeye başladı.
Bildiğimiz kadarıyla Lowell, Flagstaff’taki gözlemevini Mars üzerinde
çalışmak üzere kurmuştu. Bugün hatırlanmasının nedeni de kanal sistemi
yapan Marslılara olan inancıydı. Bu aslında hoş bir durum değil, çünkü
aslında Lowell’ın gök bilimine yaptığı katkılar anımsanacak kadar
çoktur. Uzman bir matematikçi olan Lowell, yüzyıl dönümünde hesaplarına
başladı. Esas olarak Uranüs’ün hareketleriyle ilgileniyordu; ama bunun
nedeni sadece, Uranüs’ün hareketlerinin Neptün’ünkilerden daha kesin
bir biçimde biliniyor olmasıydı. Neptün 1846 yılında keşfedilmişti ve
tanımlandığından beri geçen zamanda Güneş etrafındaki bir turunu
tamamlayabilmiş değildi (hâlâ da tamamlamış değil). Lowell X
Gezegeni’nin dolanım süresinin 282 yıl, kütlesinin ise Dünya’nınkinden
yedi kat fazla olduğuna karar vermişti. Yörüngesinin oldukça dış
merkezli olduğuna ve gezegenin 1991 yılında günberi günberi noktasına
ulaşacağına inanıyordu. Bir konum belirlemiş ve aramaya başlamıştı.

Araştırmasını büyük Lowell mercekli teleskobunu kullanarak 1905 ile
1907 yılları arasında sürdürdü. Aslında işi Adams’a veya Le Verrier’e
göre daha kolay sayılabilirdi, çünkü fotoğraf tekniğini kullana-
biliyordu. Bunun yanı sıra X Gezegeni’nin Neptün’den çok daha soluk
olması bekleniyordu. Ayrıca hesapladığı konum da tam doğru
olmayabilirdi çünkü Uranüs’ün hareketlerindeki çok küçük
düzensizliklere dayanarak bulunmuştu. Bu şartlar altında gezegenin
kendini göstermesi hiç de şaşırtıcı değildi. 1949 yılında C.O. Lampland
tarafından yine Flagstaff’ta yürütülen ikinci çalışma da aynı derecede
başarısız olmuştu. 1916 yılında Lowell aniden öldü; böylece X Gezegeni
meselesi bir süre için rafa kalkmış oldu.

Tekrar gündeme gelişi 1919 yılında, Milton Humason’un Wilson Dağı
Gözlemevi’nde W.H. Pickering adlı yine Amerikalı bir başka gök
bilimcinin hesaplamalarını esas alarak ve fotoğraf tekniğini kullanarak
bir araştırma başlatmasıyla olmuştur. Pickering’in yöntemi
Lowell’ınkinden farklıydı. Ayrıca Uranüs yerine Neptün üzerine eğilmeyi
uygun görmüştü. Üstelik elinde, yerinde durmayan narin gezginlerden
yani kuyruklu yıldızlardan yararlanarak elde ettiği bir ip ucu daha
vardı.

Büyük sayılabilecek bazı kuyruklu yıldızlar bulunur, ancak bunların
kütleleri Phobe gibi ufak bir uyduyla karşılaştırıldığında bile ihmal
edilecek bir değerdir. Kuyruklu yıldızların yörüngeleri, gezegenlerin
kütle çekimlerinden kaynaklanan tedirginlikten ciddi biçimde etkilenir.

Dönemsel olarak görülen kuyruklu yıldızların çoğunun gün-öte noktası,
Jüpiter’in yörüngesinden belli bir uzaklıktadır. Bu kesinlikle
rastlantı değildir; gök bilimciler Jüpiter’in bir kuyruklu yıldız
ailesine sahip olduğunu söylemekten çekinmezler. Pickering, günöte
noktaları Güneş’ten yaklaşık 11.000.000 km uzakta olan bilinen onaltı
kuyruklu yıldız olduğuna dikkat çekmiştir. Bu, onun orada bir gezegen
bulunduğu fikrini daha ciddi bir biçimde düşünmesine yol açmıştır. Elde
ettiği sonuç Lowell’ınkine çok benziyordu; ancak Humason da Flagstaff
takımı gibi başarısız oldu ve sorun bir kez daha beklemeye alındı.

Bir sonraki adım 1929’da atıldı. Lowell’ın yardımcısı V.M. Slipher,
Flagstaff’taki gözlemevinin müdürü olmuştu ve X Gezegeni’nin kendisini
alt etmesine izin vermemekte kararlıydı. Sırf bu iş için 33 santimlik
mercekli bir teleskop edindi. Mars’ın ve diğer gezegenlerin etkileyici
çizimlerini yapmış olan genç amatör Clyde Tombaugh’u da yardıma
çağırdı. Tombaugh gözlemevine geldi ve çalışmaya başladı.

Kullandığı yöntem esas itibarıyle Lowell’ınkiyle aynıydı. Birkaç gün
arayla gökyüzünün aynı bölgesinin iki fotoğrafı çekilmişti.
Fotoğraflarda yıldızlar aynı göreli konumlarında kalacak ama gezegen
hareket etmiş olacaktı. Bu iki resim pırıldaklı mikroskop adı verilen
çok marifetli bir araç kullanılarak karşılaştırılacak ve hareket eden
cisim zıplıyor gibi görünecekti.

Tombaugh umduğundan çok daha kısa bir süre sonra başarıya ulaştı. 23 ve
29 Ocak tarihlerinde çekilen fotoğraflarda beklenen hızda mesafeyi
katetmiş bulanık bir nokta görünüyordu. Tombaugh bunu pırıldaklı
mikroskop ile de kontrol etti ve sonra şöyle bir kayıt tuttu: “ Art
arda çekilen iki fotoğrafta 15. Kadirden bir cisim görünüp kaybolduğunu
farkettim. Daha sonra çekilen fotoğraflarda da öncekinin üç milimetre
sağında aynı şekilde davranan bir cisme rastladım. İşte bu; dedim kendi
kendime.”

Gerçekten de o yeni gezegendi. Flagsrtaff’takigök bilimciler sonraki
geceler boyunca, bir yanlışlık olmadığından emin olmak için tekrar
kontrol ettiler. Sonunda 13 Mart’ta, Yani Lowell’ın yetmişbeşinci doğum
günü ve Herschell’in Uranüs’ü keşfinin 149. Yıl dönümünde, Slipher
bütün büyük gözlemevlerine birer telgraf yolladı: “Lowell’ın Neptün
ötesi gezegeni bulmak üzere yıllar önce başlattığı sistemli araştırma
sonucunda yedi haftadır Neptün ötesi cismin öngörülen hareketine uygun
yaklaşık Lowell’ın tespit ettiği uzaklıkta bir cisim saptanmıştır.”
Gerçek konum ile Lowell’ın öngördüğü konum arasındaki fark 6 dereceden
azdı. Lowell, gezegenin hayli dışmerkezli ve tutulum dairesi düzlemine
göre eğik bir yörüngeye sahip olacağı konusunda da yanılmıştı. Dolanım
süresinin 248 yıl olduğu ve günberi noktasına 1989 yıında varacağı da
bulunmuştu.

Yapılması gereken ilk şey ona bir isim bulunmasıydı. Bu konuda çeşitli
öneriler vardı. Bunlardan biri, bilgelik tanrıçası Minerva’nın ismiydi.
T.J.J. See tarafından önerilmiş olmasaydı büyük bir olasılıkla da kabul
görürdü. See, meslektaşları arasında hiç sevilmeyen Amerikalı bir
gökbilimciydi Hatta onlardan biri See hakkında şöyle yazmıştı: “Şahsen
ben şimdiye kadar hiçbir insandan, hayvandan, sürüngenden veya mide
bulandırıcı herhangi birşeyden ondan iğrendiğim kadar iğrenmemiştim.
Şehirden gittiği gün büyük bir rahatlama hissedeceğim; onu bir daha
isteyeceğimi hiç sanmıyorum. Geri dönecek olursa da tekmeyi
yiyecektir.” Daha sonra yeraltı tanrısı Plüton’un ismi kabul edildi. Bu
ismi öneren Vanetia Burney adlı bir ingiliz öğrenciydi. Aslında son
derece yerinde bir karardı, çünkü Plüton gezegeni dondurucu ve karanlık
bir yerdi.

Hemen sonra birçok sorun ortaya çıktı. Plüton’un yörüngesi çok garipti;
gezegen günberi noktasında Güneş’e Neptün’den daha çok
yaklaşabiliyordu. 1979 ile 1999 yılları arasında Güneş’le arasındaki
mesafe Neptün’ünkinden az olacaktı. Ancak dolanım süresinin büyük bir
bölümünde çok daha uzakta oluyordu. Neyse ki bir çarpışma olabilceği
gibi bir endişeye kapılmak yersizdi, çünkü gezegenlerin yörünge
düzlemleri arasındaki açı 17 dereceden fazlaydı ve iki gezegen içinde
bulunduğumuz yüzyılda birbirlerinin yakınında olmayacaklardı. Gerçek
sorun Plüton’un beklenenden küçük ve soluk oluşuydu. Zaten Lowell da bu
yüzden onu gözden kaçırmıştı. Flagstaff’ta çekilen eski fotoğraflar
tekrar incelendiğinde Plüton’a ait iki görüntü saptanmıştı. Humason’un
başarısız olmasının nedeni ise sadece şanssızlıktı. Wilson Dağı
Gözlemevi’nde çekilen fotoğraflarda da Plüton iki kere görünüyordu;
ancak birinde bir yıldızın hemen üstünde diğerinde ise negatifte
bulunan küçük bir izle aynı yerdeydi.

Önceden Plüton’un Dünya’dan oldukça büyük olduğu tahmin ediliyordu;
ancak sonra yapılan kesin ölçümler bayağı küçük olduğunu kanıtladı. Bu
çok saçmaydı; böyle küçük ve hafif bir cisim nasıl olurda Uranüs ve
Neptün gibi devlerin hareketlerini etkileyebilirdi? Greenwich
Gözlemevi’nden A.C.D. Crommelin, Plüton’un çok parlak olduğunu bu
yüzden de tüm yüzeyini değil de belli bir parlak bölgeden yansıyan
güneş ışığını görebildiğimizi iddia etti; ancak bu pek akla yatkın
görünmüyor.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ugly_lord
Admin
Admin
ugly_lord


Erkek Mesaj Sayısı : 193
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 13/12/07

Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON Empty
MesajKonu: Geri: Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON   Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON EmptySalı Tem. 01, 2008 5:07 pm

Gök bilimciler Plüton’un yoğunluğunu normalmiş gibi kabul ediyorlar ve
gezegenin kesin büyüklüğünü saptamak istiyorlardı. Bunu bulmanın en
kolay yolu da gezegenin çapını ölçmekti. Yazık ki Wilson Dağı
Gözlemevi’nin 2,5 metrelik aynalı teleskobu yüzeyi net bir şekilde
göstermiyordu. Bu durumda Palomar’daki 5 metrelik teleskobun kullanıma
girene kadar yapacak birşey yoktu.

Kuiper 1949’da McDonald Gözlemevi’ndeki 208 santimlik aynalı teleskopla
bir dizi ölçüm yaptı ve gezegenin çapını 10,300 km olarak hesapladı.
Ancak bu değer yanlıştı. Bu durumda gezegenin büyüklüğü Dünya’nınkinin
8/10’u kadar olurdu. Aslında bu, Uranüs ve Neptün’de görülen
tedirginlikleri açıklamak için uygun bir büyüklüktü, tabii gözlemlerde
küçük hatalar yapılmış olabileceği de düşünülüyordu.

Kuiper ile Humason, 1950 yılının Mart ayında, Tombaugh’nun keşfinden
yirmi yıl sonra, Palomar teleskobunu kullanarak yeni ölçümler yaptılar
ve Plüton’un çapının en fazla 5800 km olabileceğini saptadılar. Bu
değer Mars’ın kinden bile küçüktü. Sonuçta ortaya bir sorun çıktı.
Plüton gerçekten de Mars’tan küçükse ve bu büyüklüğüyle bile Uranüs
üzerinde kendisinin keşfe- dilmesine olanak verecek tedirginlik
yaratabiliyorsa, yoğunluğunun Dünya’nınkinden oniki kat veya başka bir
deyişle suyunkinden altı kat fazla olması gerekirdi. Bu durumda da
Plüton, çok ağır bir maddeden oluşuyor olmak zorundaydı. Yüzeyindeki
çekim kuvveti de aşırı yüksek olacaktı; söz gelimi Dünya’da 78 kilo
gelen bir adam, plüton’dan 360 kilo gelecekti. Pek mümkünmüş gibi
görünmeyen bu sonuç bilim adamlarında ciddi bi şaşkınlığa yol açmıştı.

Yalnız kesin olan birşey vardı. Plüton gerçekten de küçükse ve normal
bir maddeden oluşuyorsa, Uranüs’ün veya Neptün’ün yörüngesini
etkileyebilecek kadar yoğun olamazdı. Bu durumda Plüton herkesin
aradığı gezegen değildi. Ya Lowell’ın hesapları şans eseri bir gezegene
denk gelmişti ya da gerçek X Gezegeni hâlâ bulunamamıştı.

Plüton’un gerçek büyüklüğü konusu henüz açıklığa kavuşmamıştı.
Kenarları net bir şekilde görülmeyen böyle küçük bir cismin görünen
çapını ölçmek son derece zordu. Bu iş için kullanılabilecek
yöntemlerden biri de örtülmelere dayanıyordu. Plüton’un bir yıldızın
önünden geçtiği zamanlar oluyordu. Yıldızın Plüton’un arkasında kalış
süresi bize Plüton’un çapının ne kadar olduğu konusunda bir fikir
verebilirdi. Bu yöntem kuramsal açıdan kusursuzdu; ancak yavaş hareket
eden soluk Plüton, nadiren ölçüm yapmaya uygun bir örtülme
gerçekleştirbiliyordu.

Plüton’un yörüngesi kesin bir şekilde biliniyordu ancak, yapılacak en
küçük bir hatanın, gerçekleşeceği tahmin edilen örtülmelerde yanılma
payının yükselmesine neden olacak olması da bir başka olumsuz durumdu.
Bu nedenle, Birleşik Devletler Deniz Gözlemevi’ndeki gök bilimciler,
gözlemevinin büyük teleskobunu kullanarak Plüton’un bir dizi
fotoğrafını çektikleri uzun bir çalışma başlattılar. Gezegenin
yuvarlağı, çapının kesin bir şekilde tespit edilebilmesine olanak
vermeyecek kadar küçüktü. Yapılan bu yeni ölçümlerin, gelecekte
gerçekleşecek gözlem yapmaya uygun örtülmlerin zamanlarının saptanması
konusunda yararlı olacağı ümit ediliyordu. Ancak bu araştırma sırasında
hiç beklenmedik bir keşif yapıldı. Plüton uzaydaki gezisinde yalnız
değildi!

Çekilen fotoğraflar incelendiğinde, ilk başta Plüton’un şeklen bir
dambıla benzediği, hayli biçimsiz olduğu zannedildi. Sonradan bu
görüntünün nedeninin, Plüton’dan bağımsız ve onun yarı büyüklüğünde
ikinci bir cisim olduğu saptandı. Bunun son kanıtı da Hubble Uzay
Teleskobu’nun gönderdiği büyüleyici fotoğraftır. İkinci cisme, ölülerin
ruhlarını Styx Iramğı’nın karşısına yani Plüton’un bölgesine geçiren
kayıkçı Charon’un ismi verildi.

İki cisim arasındaki uzaklık, merkezden merkeze ölçüldüğünde 19.630
kilometreydi. Sonunda Plüton’un büyüklüğü de belirlenebilmişti.
Plüton’un çapı 2323 kilometreyken Charon’unki 1211 kilometreydi.
Charon’un dönme süresi 6 gün 9 saatti. Daha önce Plüton’un kadrinde
görülen değişmeye dayanılarak hesaplanan dönme süresi de tam bu kadar
bulunmuştu. Bu durum iki cismin birlikte hareket ettiklerini
göstermektedir. Plüton’un bir yarım küresinden bakıldığında Charon’un
gökyüzünde hareketsiz bir biçimde asılı kaldığı görülecektir. Diğer
yarım küreden ise Charon’u görmek mümkün olmayacaktır. Tüm bu
gariplikler yetmezmiş gibi bir de Plüton’un dönme ekseninin 122* eğik
olduğu saptanmıştır ki bu haliyle Plüton diğer gezegenler arasında en
çok Uranüs’e benzemektedir.

Doğa genellikle huysuzdur, ama 1980’li yılların ortalarında ve
sonlarında nazik olduğu bile söylenebilirdi. Plüton ve Charon’un
yörüngelerinin eğimleri öyle denk gelmişti ki yıllar boyunca ikili
örtülmeler yaşandı. Bir Plüton Charon’un önüne geçip onu saklıyor; bir
Charon Plüton’un önüne geçip, Ay’ın halkalı tutulmalar sırasında
Güneş’in ışığı kesmesi gibi, gezegenin ışığını kesiyordu. Bu durumda
gözlemcilere, ellerine bi daha en az yüz yıl sonra geçebilecek bir
fırsat veriyordu. Charon’un arkada kaldığı örtülmeler sırasında
Plüton’un tayfı, görülebiliyordu. Böylece Plüton’unki önceden
bilindiğinden Charon’un tayfı da belirlenebiliyordu. Ayrıca bu ikilinin
hareketlerinin incelenmesiyle yoğunlukları da kesine yakın bir biçimde
belirlenebilmişti. Plüton’un yoğunluğu Ay’ınkinin yüzde 18’i kadardır.

Bütün bunlar, bugün Plüton-Charon çifti hakkında birkaç yıl öncesine
göre çok şey bildiğimizi gösteriyor. 1980 yılında yani Plüton’un
keşfedilişinin üzerinden tam yarım asır geçmişken New Mexico’nun Las
Cruces kentinde, Clyde Tombaugh’un şeref konuğu olarak katıldığı bir
konferans düzenlenmişti. O zamanlar elimizdeki tüm bilginin gözden
geçirilmesi sadece bir gün almıştı; üstelik Charon’un bağımsız bir
cisim olduğundan bile emin değildik.

Bu iki dünya birbirine benzemiyordu. Plüton daha dikkate değerdi.
Yoğunluğu suyunkinin iki katından biraz daha fazlaydı; yani Satürn ile
Uranüs’ün buzlu uydularından daha az buz ve daha çok kaya içeriyordu.
Plüton’un yüzeyi metan buzuyla ve biraz da nitrojen buzundan oluşuyor
gibi duruyordu. Plüton’un büyük bir olasılıkla esas olarak nitrojenden
ve biraz da karbon monoksitten oluşan kalın ama aynı zamanda seyrek bir
atmosferi vardır. Charon’un ise atmosferi yoktur; yani en azından bizim
bugünün şartlarıyla saptamayı başarabildiğimiz bir atmosferi yoktur.

Ancak ölçüldüğü sırada seyrek ama kalın olan atmosfer bir Plüton yılı
boyunca hep aynı şekilde kalmıyor olabilir. Şu anda gezegenin Güneş’ten
uzaklığı artıyor ve sıcaklık düşüyor. Önümüzdeki yüzyıl Plüton o kadar
soğuk olacak ki atmosfer yüzey üzerinde donacak. Bu durum, gezegenin
2113 yılında ulaşacağı günöte noktasından dolaşıp tekrar içeri doğru
gelişine kadar sürecek. Atmosferin bileşenlerini ayrıntılı bir biçimde
bilmediğimiz için tam olarak ne zaman donacağından emin değiliz; ancak
donmama olasılığı yok gibi görünüyor. Burada Chiron (Satürn’le
Uranüs’ün yörüngeleri arasında hareket eden bir asteroit) ile bir
benzerlik kurabiliriz. 1995 yılında günberi noktasında olan Chiron’un
atmosferi 1988 yılı itibarıyle oluşmaya başlamıştır.

Elimizde Plüton’un yüzey oluşumları konusunda da bir ipucu var. Charon
Plüton’un önünden geçerken görünen parlaklık değişiklikleri sayesinde,
kutup takkesinin parlak olduğunu ve ekvatoru boyunca koyu renkli bir
kuşak uzandığını belirleyebildik.

Artık bugün Plüton’un Lowell’ın aradığı X Gezegeni olmadığı konusunda
en ufak bir şüphe bile yok. Hatta Plüton’un bir gezegen olarak
nitelemek bile yanlış olur. Peki ya o zaman ona ne diyebiliriz?

Bu konuda ileri sürülen ilk görüşlerden biri R.A. Lyttleton’a aitti.
Lyttleton, onu eskiden Neptün’ün uydusu olduğunu ve bir gün bir şekilde
yoldan çıkıp kendi bağımsız hayatına geçtiğini öne sürmüştü. Aslında
son derece mantıklı gibi görünen bu kuram, Charon’un varlığı yüzünden
saf dışı kalıyor; çünkü ikisi de Neptün’ün etrfında dönüyor olsalardı,
şu anda oldukları gibi kenetlenmiş bir biçimde hareket ediyor
olamazlardı. Ayrıca uydunun uydusu olması son derece mantıksız gibi
görünüyor. Bu arada Plüton’dan büyük ve yoğun olan Triton’un durumu da
açıklayıcı olabilir. Triton’un yörüngesi de Plüton’unki gibi dış
merkezlidir. Bu iki cisim aynı tip olduğunu ve Triton’un Neptün
tarafından yakalandığı ama Plüton’un özgür kaldığını kabul edebiliriz.
İkisinin de nitrojenden oluşan seyrek birer atmosferi olduğunu da
gözden kaçırmayın.

Bir başka görüş de Plüton ve Charon’un bir asteroit çifti olduğu
yönündedir. Şu anda elimizde kesin bir kanıt yok ama ana asteroit
kuşağında bile çift gibi duran bazı cisimlere rastlanmıştır. Ancak bu
sefer de Plüton yüzünden sorun çıkıyor; çünkü Plüton gezegenlerle
karşılaştırıldığında küçük sayılsa da, bir asteroit olmak için çok
büyüktür. Charon’un çapı bile, asteroit sürüsünün en büyüğü olan
Ceres’inkinden bile büyüktür.

Belki de Plüton’u bir gezegenimsi, yani gezegenlerin oluştuğu
bulutsudan kalmış bir parça, olarak tanımlamak daha doğru olur. Bu
durumda Triton, Charon ve Chiron veya Pholus, 1992 QB1 ve 1993 FW gibi
aykırı asteroitler de gezegenimsi olabilirler.

Plüton, amatörlerin kullandığı iyi teleskopların menzili içindedir.
Ancak işe yarayabilecek sadece iki araştırma vardır. Birincisi,
değişen-yıldız gözlemcilerinin kullandığı yöntemlerle yapılacak nadir
ölçümleridir. Değişiklikler gözle görülmeyecek kadar küçük olacaktır,
dolayısıyla bu iş için bir fotometre edinilmesi şarttır. İkincisi ise,
örtülmeleri gözlemlemektir. Bu konuda amatörler gerçekten de yararlı
olabilirler; çünkü herhangi bir profesyonele göre çok daha rahat
hareket etme imkânına sahip oldukları için malzemelerini Dünya üzerinde
gözleme uygun yerlere taşıyabilirler. Ancak örtülmeler o kadar nadir
yaşanır ki, kişinin böyle bir fırsatı hayatı boyunca sadece bir kere
eline geçirmesi mümkün olabilir.

Plüton’un durumu hâlâ bir bilmece. Gezegene benzemiyor; normal bir
asteroit de değil; gezegenimsi olduğundan da emin değiliz. Yirmi
birinci yüzyıl içinde onu yakından inceleme imkânımız olacak.
Gönderilmesi düşünülen sondanın planları hazır, ancak ne zaman yola
çıkacağını henüz bilmiyoruz. Plüton’un hayal edebileceğimiz en yalnız
ve ıssız dünya olması muhtemel ama yinede görülmeye değer olduğundan
hiç kuşkum yok.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gezegenler Hakkında Tüm Bilgiler! PLÜTON
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: UZAY & BİLİNMEYENLER-
Buraya geçin:  
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar