Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği
gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır.. Zavallı fakir
içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar.. Bir kör, onun
ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu,
ağladığını sorar.
Fakir olanı biteni anlatır.
Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde
kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrar da
eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla
gider.
Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı
doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:
- Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlam da senin gözünü açsın, diye dua eder.
Gece olur, kör de bir gariplenir bir gariplenirki, o gariplik içersinde
gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.
Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden
oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yürekli de
duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:
- Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.
- Hey! seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsınki, öyle bir
mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. devlet kuşunu bıraktın,
baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı
kapattığın o kimsenin duası açtı.
- Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmışki öyle bir devletmiş
ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım
sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.
Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir?
İyilerin bastıkları toprak dermandır, göz açar. Ancak gönül gözü kör
olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.