Bir gün, odamdaki pencerenin dibinde ölü
bir arı görmüştüm. Arının cesedi siyahlaşmıştı. Demek ki uzun süredir
orada idi ve ben görmemiştim. Ama görmem bir şey değiştirmemiş, dursun
varsın demiştim ve arıya hiç dokunmamıştım.
Ölü bir arı… Bir kenarda unutulup gitmişti. Ben bile umursamamıştım…
Acaba o arının öldüğünü umursayan birileri var mıydı? Dostları,
akrabaları ve sevdikleri mesela, ne kadar umursamışlardı arının
ölümünü? Yitip giden bir arı mıydı da kimse ondan haberdar değildi?
Bu sorular cevapsız kalacak derken bir parkın kenarından geçiyordum.
Parkta kendilerine sunulan yiyeceklerini afiyetle yemekte olan bir
güvercin topluluğu vardı. Kendilerinden 5–10 metre ötede ise bir
güvercin bir martı tarafından yerden yere vurulup yenmek için hazır
hale getiriliyordu. Gözlerime inanamadım… Bu güvercinler arkadaşlarının
paramparça edilmesine nasıl bu kadar bigane kalabilirlerdi? Nasıl
afiyetle yemeklerini yemeye devam edebilirlerdi?
* * * * *
Arı… Güvercin… Unutulma fikri içime acı olup çöktü… Demek ki böyleydi ha? Çok kısa bir süre içinde unutulacaktık yani?
Anılarda kalacaktı adımız.
Fotoğraflarda kalacaktı gülümseyen yüzümüz.
Bizi hatırlayanlar da ölecekti bir gün.
Onları hatırlayanlar da.
Ama durun bir dakika… Benim unutmadığım ve dualarımda sürekli
isimlerini andığım insanlar var. Hem de onlar âlem-i bekaya göçeli
yüzlerce yıl olmuşken. Hem de hiç birini dünya gözüyle görmemişken.
Peygamber Efendimiz başta mesela. Ehl-i Beyt, Ashab-ı Kiram ve nice
Hakk Dostları…
* * * * *
Ayet-i Kerime’de buyruluyor:
Onlara şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz
de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.”
(Câsiye Sûresi 45/34)
Demek ki Allah’ı unutarak yaşanılan bir hayatın neticesi ebedi
unutuluş… O’nu unutmadan sürülen bir ömür ise hem Allah (c.c.) katında
unutulmamaya hem de bu dünyada unutulmamaya sebep oluyordu…
Duamız o dur ki ne Rabbimiz bizi unutsun ne de biz O’nu…