| DELPHIN
|
İstatistik
|
Konu |
Yazan |
GöndermeTarihi |
|
| Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
|
|
| Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
|
|
| C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
|
|
| Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
|
|
| C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
|
|
| C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
|
|
| Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
|
|
| C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
|
|
| Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
|
|
| C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
|
|
| Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
|
|
| Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
|
|
| Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
|
|
| Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
|
|
| C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
|
|
| Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
|
|
| Paz Mart 29, 2009 11:22 am
|
|
| Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
|
|
| Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
|
|
| Salı Mart 10, 2009 11:49 am
|
|
| Ebu Eyyub El-Ensari | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
ugly_lord Admin
Mesaj Sayısı : 193 Yaş : 35 Kayıt tarihi : 13/12/07
| Konu: Ebu Eyyub El-Ensari Perş. Ocak 03, 2008 2:21 pm | |
| Medineli müslümanlardan ve hicret sirasinda Hz. Peygamber'i evinde misafir eden sahâbî. Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî en-Neccârî (r.a.); Ensâr'in Hazrec kabilesinin Neccârogullari koluna mensup olup, annesi Zehra binti Sa'd'dir. Abdülmuttalib'in vâlidesi tarafindan Rasûlullah'la akraba olan Ebû Eyyûb, Ikinci Akabe bey'atinda hazir bulunmus, Rasûlullah'a iman etmistir (Ibn Ishâk, Ibn Hisâm, es-Sîre, II, 100; Ibn Sa'd, et-Tabakat, III, 484; Ibn Abdülberr, el-Istiâb, IV, 1606; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe, VI, 25; ez-Zehebî, Siyer A'lâmü'n-Nübelâ, II, 288). Medine, müslümanlar için emin bir yer olduktan sonra Mekke'de Rasûlullah (s.a.s.) ile birkaç müslüman kalmisti. Rasûlullah da hicret yolculuguna çIkinca bunu haber alan Ebû Eyyûb her gün Medine'ye yakin Hire ad verilen yerde onun yolunu gözlerdi. Nihâyet Rasûlullah görününce bütün Neccar'lilari toplayarak Rasûlullah'i karsiladi. Bütün müslümanlar Rasûlullah'i kendi evlerinde mIsafir etmek istiyordu. Bunun üzerine Rasûlullah devesini serbest birakti. Kusva adli bu deve Ebû Eyyûb'un evinin önünde çöktü. Ebû Eyyûb bu olayi söyle nakletmistir: "Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) evimizin alt katina yerlesmisti. Ben de üst kattaki odada idim. Bir gün yukaridan yere bir miktar su dökülmüstü. Suyun tavandan sizarak Rasûlullah'in üzerine gelmemesi için suyu bir bez parçasi ile kurutmaya çalistik. Bunun üzerine Rasûlullah'in yanina inip dedim ki: 'Ya Rasûlallah, senin bulundugun bir yerin üstünde bulunmak bize yakismaz, yukaridaki odaya tesrif etmez misiniz?' Rasûlullah o günden sonra üst kata çikti" (Müslim, Sahih II, 192). Ebû Eyyûb ile zevcesi Ümmi Eyyûb Rasûlullah'in yemegini hazirlardi. Bir gün soganli bir yemegi Rasûlullah yemeyip, "Onu yiyemedim, çünkü bu yemekte sogan oldugunu gördüm, ben ise sogandan hoslanmam; fakat siz Isterseniz yiyin onu yemekte bir sakinca yoktur'' demis, Ebû Eyyûb da, "Ya Rasûlallah, sizin hoslanmadiginiz seyden biz de hoslanmayiz" demistir (Müslim, Sahih, II, 198). Rasûlullah, Ensâr ile Muhacirler arasinda gerçeklestirdigi "kardeslik" olayinda Ebû Eyyûb'e kardes olarak Hz. Mus'ab b. Umeyr'i seçmistir. Ebû Eyyûb'un evinde yedi ay kalan Rasûlullah'a Medine'de mihmandarlik yapan Ebû Eyyûb, Bedir, Uhud, Hendek ve diger bütün gazvelerde Rasûlullah'in yaninda Islâm cihad hareketlerine katIlmistir (Ibn Sa'd, et-Tabakat, 485; Hâkim, el-Müstedrek, III, 458; ez-Zehebî, A'lâmü'n-Nübelâ, 290). Rasûlullah'in vefâtindan sonra da bütün gazâlarda yer almistir. Hz. Ali'nin hilâfeti döneminde onunla birlikte Hâricilere karsi savasmistir. Hz. Ali'nin Medine'deki kaymakami olan Ebû Eyyûb'un Halid ve Muhammed adli Iki oglu, Umre adinda bir kizi vardi. Hz. Ali (r.a.) devrinden sonra Muaviye zamaninda Misir'a gitti. Misir valisi bir aksam namazina geç kalmisti. O zaman namaz konusunda çok titiz davranan her sahâbî gibi Ebû Eyyûb söyle demistir: "Rasulullah'in, 'Ümmetim aksam namazini yildizlarin gökyüzünü kaplamasina kadar tehir etmedikçe hayir üzeredir, fitrat üzeredir' dedigini duymadin mi? " "Duydum" diyen Ukbe'ye, "O halde neden aksam namazini geciktirdin?" diye sormus; çok mesgul oldugunu söyleyen Ukbe'ye söyle demistir: "Senin bu yaptigini görerek, halkin Rasûlullah da böyle yapardi zehâbina düsmesinden endise ederim" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 147). Rasûlullah (s.a.s.) Istanbul'un fethini ashâbina anlatip, "Istanbul elbette fetholunacaktir; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335) diye müjdelemistir. Hicrî 52. yilda Muaviye oglu Yezid kumandasindaki müslümanlar Istanbul'u kusattilar. Islâm akîdesinin dünyanin dört bir yanina yayIlmasi husûsunda çok canli ve diri bir gayrete sahip olan müslümanlar Istanbul'un fethi ve Islâm devletinin sinirlarina dahil olmasini siddetle arzuluyorlardi. Hz. Ebû Eyyûb el-Ensâri bu seferin hazirlanmasi için çok çalismis ve sefere karsi çikanlara ögütlerde bulunmustu. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yasinin çok ilerlemesinden dolayi Istanbul'a yaklastiklari bir sirada hastalanmis, Yezid'e, öldügü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacagi en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyyet etmisti. Burada defnedilen Ebû Eyyûb müslümanlarin Istanbul'da bir sembolüdür. Istanbul, ashab devrinden baslamak üzere defalarca muhâsara edIlmis, nihâyet bu sehri fethetmek 1453 yilinda Fatih'e nasip olmustur. Ebû Eyyûb'un ölüm döseginde su hadisi rivâyet ettigi zikredilir; "Bir Insan Cenâb-i Hakk'a bir ortak kosmaksizin ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar." Kisiligi, Ahlâki, Fazileti Ebû Eyyûb'un fazîlet ve kemâl itibariyle yüksek bir makami vardi. Rasûlullah'in egitiminden geçmis bir sahâbî olarak onun sünnetine çok önem verir, bir yanlislik gördügünde dogrusunu anlatir, hemen sünnetin uygulamasina çalisirdi. Islâm ordusu Istanbul'u kusattiginda hastalanan Ebû Eyyûb, o hâliyle bile Allah Rasûlünden su hadisi nakletmistir: "Kostantiniyye surunun dibine sâlih bir kisi gömülecektir." Umarim ki o kisi ben olayim (Ibn Abd Rabbîh, el-Ikdü'l Ferîd, II, 213). Ordu komutani Yezid Ebû Eyyûb'un tabutunu askerlerin ortasina almis, askerler de çarpismalarda bu tabutu koruyarak ilerlemislerdir. Istanbul surlarini korumakta olan Bizans kumandani bu garib durumu görünce, "Bu nedir?" diye sormus, Yezid de, "Bu bizim peygamberimizin sahâbisidir. Bize senin ülkende içerilere dogru götürülüp gömülmesini vasiyyet etti. Biz de onun bu Istegini yerine getirecegiz. " Bizans kumandani: "Sen ne akilsiz adamsin. Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz." Yezid: "Eger onun kabrini açtiginizi veya cesedine birsey yaptiginizi duyacak olursam ben de bütün Suriye'de öldürmedik hiristiyan, yikmadik kilise birakirsam bu ölüye ikramima sebep olan zat-i Peygamber'i (s.a.s.) inkâr etmis olayim." Bunun üzerine kumandan söyle demistir: " Ben onun kabrini elimden geldigince koruyacagimâ Mesih hakki için söz veriyorum." Surlarin disinda defnedilen Ebû Eyyûb'un kabrinin üzerinde sonradan bir kubbe yapIlmis ve bu mübarek adamin kabri müslümanlarin ve hiristiyanlarin saygi gösterdikleri bir yer olarak korunmustur. Ebû Eyyûb el-Ensari hazretleri, Hayber savasindan dönülürken Rasûlullah'in çadirinin çevresinde kendiliginden bütün gece nöbet tutmus, Rasûlullah onun için, "Allah'im, beni koruyarak geceledigi gibi, sen de Ebû Eyyûb'u koru" diye dua etmistir (Ibn 0shâk, Ibn Hisâm, es-Sire, III 354-355). Habib b. Ebî Sâbit'in naklettigine göre, Ebû Eyyûb el-Ensâri Muaviye'ye gidip borçlu oldugundan yakinarak yardim Istedi. Muaviye ona yardim etmedi. Ebû Eyyûb, Muaviye'ye, "Rasûlullah'in 'Benden sonra is basindakilerden bencillik göreceksiniz' diye buyurdugunu isittim" dedi. Muaviye, "Peygamber efendimiz bunu söylerken size de bir tavsiyede bulunmadi mi?" dedi. Ebû Eyyûb, "Sabretmeyi tavsiye etti" dedi. Muaviye, "O halde siz de sabrediniz" deyince Ebû Eyyûb ona, "Vallahi bundan sonra senden hiçbir Istekte bulunmayacagim" diyerek Hz. Ali'nin Basra valisi Ibn Abbâs'a gitmis ve Ibn Abbâs evini ona tahsis ettigi gibi yirmi bin dirhem para vermisti (Kenzü'l-Ummâl, VII, 95). Imam Ahmed'den yapilan bir nakle göre Ebû Eyyûb söyle demistir: ''Kim Allah'a ortak kosmadan ölürse, cennete gider" (el-Bidâye, VIII, 59). Ebû Eyyûb, savas meydaninda Islâm askerlerini asip Rumlara tek basina saldirir, Rumlarin içine kadar ilerler ve geri dönerdi. Herkes onun kendini tehlikeye attigini söylediginde de, "kendimizi tehlikeye atmak düsmana hücum etmek degil, asil tehlike mallarimizin bakimi ile ugrasip cihadi terketmektir" demistir (Beyhâki, IX, 99; Ibn Kesir, I, 228). Sâlim b. Abdullah'in rivâyetine göre, Abdullah b. Ömer, onun dügününe Ebû Eyyûb'u da çagirmis; Ebû Eyyûb, Sâlim'in evinin duvarlarinin yesil perdelerle süslenmis oldugunu görünce, "Siz de mi duvarlariniza perde asiyorsunuz" demis, Abdullah b. Ömer de, "Ya Eba Eyyûb, kadinlarla basa çikamadik" diye cevap vermis; bunun üzerine Ebû Eyyûb "Pek çok kimse kadinlarla basa çikamasa da senin basa çikamayacagini ummazdim. Ben ne sizin evinize girer, ne de yemeginizi yerim" demistir (Kenzü'l-Ummâl, VIII, 63). Peygamber efendimizden sunu rivâyet etmistir: ''Müslüman kisinin kardesi üzerinde yerine getirmesi gereken alti hakki vardir. Bunlardan birini yapmadigi zaman, alti hakkindan birini yerine getirmemis olur: 1- Ona rastladiginda selâm vermesi, 2- Onu yemege çagirdigi zaman dâvetine icâbet etmesi, 3- Aksirdigi zaman ona dua etmesi, 4- Hastalandigi zaman ona ugramasi, 5- Öldügü zaman cenazesinde bulunmasi, 6- Kendisinden nasihat ve yol göstermesini Istedigi zaman ona yol göstermesi" (Buhâri, el-Edeb, 134). Istanbul muhasarasi sirasinda sehid olan Ebû Eyyûb el-Ensâri bugün Istanbul'un Eyüp ilçesindeki Eyüb Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde yatmaktadir. Kabri ile ilgili olarak, (bk. Taberî, Târih, III 2324 Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, V, 143; Hâfiz Huseyn b. Hacci, Hadîkatü'l Cevâmî, I, 243) adli kitaplarda sözedIlmektedir. Türbesi yillarca müslümanlarin ziyaret yeri olmustur; bugün de halk Ebû Eyyûb'un türbesini büyük kalabaliklar halinde ziyaret eder. II. Mahmud, Topkapi Sarayi hazinesindeki Hz. Peygamber'e âit kutsal esyadan "Kadem-i Serif"i bu camiye koydurtmustur . | |
| | | ultrAslan Admin
Mesaj Sayısı : 1864 Location : İstanbul Kayıt tarihi : 04/04/08
| Konu: Geri: Ebu Eyyub El-Ensari Salı Tem. 01, 2008 5:40 pm | |
| Eyyüp Sultan Reşit HAYLAMAZ
|
|
'Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimeti Bârî Habîb-i Ekrem'in yârî, Ebâ Eyyûbi'l-Ensârî' Gönüller Sultanın'ın misafir olduğu bir gönle misafir olabilme iştiyakıyla bugün, bir nice Hak aşığı, gece-gündüz demeden, yakın-uzak bahanesine takılmadan ve kar-yağmur-çamur dinlemeden hemen her dem feyze koşuyor Eyüp açıklarında... Karanlığın koyuluğunda ışığa koşan kelebekler misali geceye sultanlık yapan daha başka gönüllerle senin huzurunda buluşup ayrı bir bayram yaşıyorlar. Mıknatıs misali bir caziben var ki, ruhlar bir kere etrafında tavafa başlayınca bedenler onların arkasına takılıp geliyor ve Kutlu Misafirin'le yaşadığın târifi imkansız vuslata benzer bir başka huzur yaşanıyor etrafında..!
Hani ya, mukaddes bir göçle Allah Rasûlü (sas) Medine'ye gelince, bir sevk-i ilâhiyle senin hâneni şereflendirmiş ve sende misafir kalmıştı. Heyecandan o gün kalbin yerinden çıkacak gibi olmuş, sevinçten kabın kabına sığmıyordu, sığamazdı. Nasıl sığabilirdi ki gelen, kevn ü mekânın sultanı, Allah'ın da Rasûlü'ydü. Evine geliyordu..! Hem bu geliş, bir anlık da değil, Mescid-i Nebevî yapılacağı ana kadar devam edecek bir misafirliğin başlangıcıydı. O'nun geldiği yerde yürekler, ayaklarının altına serilip gönüllerde bayramlar yaşanmaz mıydı hiç!? Arada bir gecelerimize misafir olduğunda çocuklar gibi sevinip kuşlar gibi uçuyor, yıllarca tadını unutamayıp en tatlı hatıralarımız olarak yâd etmiyor muyuz bugün!?
İlk defa adını, Medine'nin ilk muallimi Mus'ab İbn Umeyr'den dinlemiş ve evinin gülü Ümmü Eyyûb'la birlikte gönlünü O'na iki yıl önce açmıştın. Bu öyle bir açıştı ki, kavuşabilmek için yüreğinde tufanlar kopuyor, yanardağlar gibi sinen kabarıp iniyordu. Gönlündeki bu aşk ateşini, ikinci Akabe gecesinde yaşadığın bir vuslatla kısmen serinletebilmiştin. O gece, mübarek elini tutup, O'nu Medine'ye davet eden yetmiş kişinin arasında sen de vardın. Ve işte bugün O, buraya gelmiş ve ne lütuf ki, senin evini şenlendiriyordu. Artık bulmuştun ya, bir daha asla ayrılmayacaktın.
Rasûlullah (sas)'in alt kata yerleşmesine gönlün, hiç mi hiç razı olmadı, olamazdı. Defalarca yukarı davet ettin; kabul buyurmadı. Olacak ya, bir gece elin takılmış, su dolu testiyi kırmıştın. Etrafa su yayılmıştı. Alt kata, en üsttekinin üstüne dökülecek diye öyle titremiştin ki, damla damla takip ediyor ve dökülen suyu emsin diye üzerine yorgan-yastık ne buldunsa atıyordun.
Kararlıydın. Bunu vesile bilerek eşyalarını toparlayıp boşalttın hâneni ve yukarı davet ettin Kutlu Misafirin'i. Fiilî bir durum vardı ya, kabul buyurdu.
Az değil, yedi ay nefesini tuttun nefeslerini dinlemek, uykuyu unuttun gecelerindeki derinliği sezebilmek için..! Ne sırlar vardı kim bilir aranızda, giderken beraberinde götürdüğün..!
Medine'ye gelince, Muhâcirlerle Ensârı kaynaştırmak için bir kardeşlik tesis etmişti. Her Medine'li Ensâr, Mekke'den kopup gelen bir Muhâciri bağrına basıyor ve öz kardeşten öte, arada kopmaz bir bağ örülüyordu. Ne tevafuk ki, bu kardeşlikte sana düşen, Medine'nin ilk muallimi, senin de ilk rehber ve üstadın genç Mus'ab idi.
Evin öylesine şenlenmişti ki, bir tatlı su kaynağı gibi gelip gidenin, gidemeyip tekrar gelenin haddi hesabı yoktu. Artık orası sadece bir ev değil, aynı zamanda bir mekteb olmuştu. Allah Rasûlü (sas), fakirlerin karnını burada doyuruyor, ihtiyaç sahiplerinin derdine burada çare buluyordu. Hakka matıyye olmuştunuz ya, kimbilir O'nun duasında kaç defa adınız geçmiş, karıncalanmış ellerini nur yüzüyle buluşturduğu aydın gecelerinde kim bilir kaç defa yâd edilmiştiniz!?
Nihayet Mescid-i Nebevî ve hâne-i saadetlerinin inşası tamamlanmış ve artık ayrılma vakti gelmişti. Senin için, yedi aylık bir beraberlik yedi dakika gibi gelip geçivermiş ve sanki bitmesini asla arzu etmediğin tatlı bir rüyadan uyanıyor gibiydin. Gerçi bu, sadece bir mekân değiştirmeydi. Bir defa çekim alanına girmiştiniz ya, ayrılmanız da mümkün değildi. Ayrıca O, bir vefa insanıydı. Sonraki günlerde zaman zaman hânenize gelecek ve unutmadığını fiilen gösterip sizi evinizde ziyaret edecekti.
O'nunla birlikte Bedir'e katıldın, Uhud'da bulundun, Hendek'te Medine'yi müdafaa ettin. Hayber'den Huneyn'e, oradan da Mekke'nin fethine kadar, Kutlu Misafirin neredeyse sen de hep oradaydın.
Gün geldi vahye şahitlik ettin, kalemle onu ebedileştirmede ulvî bir vazife aldın. Yeri geldi, bir kalkan olup Rasûlullah (sas)'i korumayı kendine vazife bildin; sabahlara kadar çadırının önünden hiç ayrılmayıp nöbetler tuttun.
Devran dönüp, evinden ayrıldığı gibi bir gün aranızdan da ayrılınca, herkes gibi sen de yıkılmıştın. Gönlünün sahibiyle hemhâl olup dünya gözüyle endamını süzerek lâl ü güher sözlerine muhatap olmak, artık bir başka aleme kalmıştı. Kim bilir, ardından ne kadar ağladın ve nice ağıtlar yaktın!?
Ancak bu, köşene çekilmeni gerektirmiyordu. Bir defa bu yola baş koymuştun ya, köşene çekilmek şöyle dursun, bunu düşünmeyi bile döneklik kabul ediyor, yerinde duramıyordun, duramazdın. Şartlar ne olursa olsun, Allah için nerede bir hareket varsa, mutlaka sen de oradaydın. 'Ey mü'minler! ... hep birlikte seferber olunuz' şeklindeki ilâhî emir, dilinde sürekli tekrarlanan bir virdi zebândı.
Fırsat buldukça kabrinin başına gidiyor, içten içe gözyaşı döküyordun. Bir gün seni bu halde gören bir başka dostun, ikaz etmek istemiş ve Rasûlullah'ın sünnetinde böyle bir ağıtın yeri olmadığını söylemişti. Zaten, yüreğini yakan hasreti iliklerine kadar işlemiş ve kederden kıvrım kıvrımdın. Senin maksadın neydi ve ne ile itham ediliyordun? Mahzun bir eda ile ancak; 'Ben, bu mezar taşına değil, Rasûlullah'a geldim' diyebildin.
Ufkun o kadar engindi ki, günü birlik harekete hiç mi hiç prim vermedin. İlk hareketi almıştın ya, yerinde duramıyor, cepheden cepheye koşuyordun. Ebu Bekir'le beraber koştun hilafeti süresince; Ömer'den hiç ayrılmadın; Osman nereye gitmişse sen de oradaydın; Ali, fitnenin kaynadığı yerde Hakk'ı temsilin timsaliydi senin için ve O'nun yanında kalmayı yeğledin. Suriye'den Filistin'e, Mısır'dan Kıbrıs'a kadar gitmediğin yer kalmamıştı, doğru bildiğin Hak adına.
Cevâhir kadrini cevher fürûşân olan bilir derler ya, vefanın ne anlama geldiğini bilenler de yok değildi. Basra'ya geldiğinde, bir başka Peygamber âşığı İbn Abbas, halini anlamış ve evini de tahsis ederek seni içeri davet etmişti. 'Evde ne varsa hepsi senindir' diyor ve yemin vererek; 'Sen Rasûlullah'a nasıl davranıp cömertliğini ortaya koymuşsan o gün, bugün de ben sana öyle davranacağım' diye ahdini yeniliyordu. Yirmi binlik borcuna kırk binlik bir mukabeleyle karşılık verdi. İlâve olarak yirmi de köle vermişti emrine, hizmetini görsünler diye..!
Artık yaşlanmıştın. Ama yaşını öne sürerek arkada kalmayı hiç mi hiç düşünmüyordun. Yine bir hazırlık vardı ve Kutlu Misafiri'nin müjdesiyle düşecek bir kaleye, Kostantıniyye'ye gidilecekti. Yerinde durman mümkün müydü? Allah için bir hareket olur da sen geri durur muydun? Hem Allah Rasûlü (sas), orayı fetheden askeri tebcil edip kumandanına yahşi çekmemiş miydi? Duramazdın. Kılıncını kuşandın, torunlarının yardımıyla ve şehadete son bir iştiyakla yeniden yollara koyuldun.
Hâlin belîğ bir lisan, kırkında kırk bahane arayan bizlere ne veciz mesajlar sunuyor! Seksen küsurluk bir ömrü geride bırakmıştın ama baş-diş ağrısı demeden, yorgunluk nedir bilmeden hep O'nun yolunda ve sürekli yollardaydın.
Muhasara günlerce devam etmiş ve bir türlü neticeye gidilemiyordu. Surlardan kızgın yağlar dökülmesine, ok ve mancınıklarla mukabeleye rağmen Nebevî müjdeye ulaşabilme iştiyakıyla düşman saflarına delicesine dalanlar vardı.
Bu tablo karşısında cemaatten değişik seslerin yükseldiğini duydun. Bu şartlarda düşman saflarına hücum edenlerin yanlış yaptıklarını îma ile, 'Sübhanallah! Kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor, olacak şey değil..!' gibi sözlerle İlâhî Beyan'daki bir âyete işaret edip sözde istişhâd ediyorlardı.
Duydukların karşısında tüylerin diken diken olmuştu. Ortada düzeltmen gereken bir yanlışlık vardı. Bekleyemezdin, hemen kalktın ve bir yanlışı, yanlışımızı düzeltme adına en gür sesinle haykırarak burada da üzerine düşen vazifeyi yerine getirdin:
'Ey insanlar! Sizler bu âyeti ne hakla böyle tevil ediyorsunuz? Bir defa bu âyet, Ensâr topluluğu olarak bizim hakkımızda indi. Zira, dine omuz veren insanların adedi artıp işler yoluna girdiği yerde bizler, aramızda oturarak, 'Biraz da mal ve mülkümüzle meşgül olup çoluk çocuğumuzla ilgilensek' diye düşünmeye başlamıştık ki, gelen bu ayetle adeta Allah (cc), kulağımızdan tuttu ve, 'Allah yolunda malınızı harcayın da, (kenara çekilmek suretiyle) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.' diye bizi ikaz etti. Zira esas tehlike, dünyanın cazibesine kapılarak mal ve mülkün arasına dalıp kenarda kalmayı yeğlemek ve netice itibariyle mal ve canımızla Allah yolunda koşturmaktan geri durmamızdı.'
Bugün, işimize gelmediği veya nefsimize hoş gelen yerde nice tevil ve yorumla ortalığı sulandırıp, kenara çekilme adına onca bahane arayışımıza mukabil, Mesih nefesli benzeri ikazlara ne kadar ihtiyacımız var, bir bilsen..!
Savaştı ya, sen de yaralanmıştın. Uzanıp yatırıldığın yerde artık ebedî yolculuk vaktinin geldiğini düşlüyordun. Evet, sevgiline, O'nun ebedi sevgisine kavuşacaktın.. hem de O'nun için çıktığın bir yolculukta bir vuslattı bu... Akabe'ye giderken hissettiğin heyecanın birkaç mislini duyuyor ve ayrı bir iştiyakla o anı bekliyordun. Elbette senin için bundan daha büyük bahtiyarlık olamazdı. Ancak kalbin biraz buruktu. Zira, nihayetinde bir vuslat olsa da, anlaşılan o ki, müjdeyi yaşayamadan gidecektin ve kalbini, tatlı bir hüzün halinde bunun üzüntüsü sarmıştı..!
Bir ara, torunun yaşındaki komutanın Muaviye'nin oğlu Yezid yanına geldi ve bir ihtiyacın olup olmadığını sordu.
Evet, senin de bir ihtiyacın vardı. Dünya gözüyle surları geçip o kutlu müjdenin tahakkukunu görememiştin ya, en azından, gün gelip surlar ardına kadar kapılarını imana açtığında o huzuru toprağın altından seyredip yaşamak istiyordun. Zira, üstünde tekbir ve tehlil seslerine karışmış kılıç şakırtılarını, at kişnemelerini ve bir nice yiğidin bülendi âvâz gür sesini duyduğunda bu fethin gerçekleştiğini anlayacak ve Rabbine ayrı bir hamd ile kabrinde huzur soluklayacaktın. Dudaklarından, etrafındakileri şaşkına çeviren şu cümleler sıralanmaya başladı:
'Şayet burada ölürsem' diyordun. 'Bedenimi bir bineğin üstüne bağlayın ve uzağa, götürebildiğiniz kadar düşmanın içine, surların dibine götürün ve oraya, ayaklarınızın altına gömüp geri dönün.'
Zira biliyordun ki, bugün olmasa da yarın mutlaka Kostantıniyye fethedilecekti. Müjdelenen sadece Kostantıniyye miydi? Elbette hayır. Gün gelecek, Kostantıniyye'ye kadar taşıdığın bayrak, üzerine güneşin doğup battığı her yere ulaşacak ve Muhammedî sadâ dalga dalga dünyanın dört bir yanında yankılanacaktı. Muştusunu vermemiş miydi Son Nebi, boynuna sarılıp ağlayan kızı Fâtıma'nın gözyaşlarını silerken? 'Yeryüzünde kerpiç ve tuğladan yapılmış hiçbir ev; deve tüyünden, keçi kılından ve koyun yününden örülmüş hiçbir çadır kalmayacak ki, temelinde çile ve ıstırap yüklü bu dava oraya ulaşmış olmasın..!' Ne mutlu onlara ki ruhu, ruh dünyanla özdeş binlerce 'mefkûre muhaciri' bugün, işte bu duygu ve düşünceyle dolu, dünyanın dört bir yanında senin düşüncelerini temsil için yarışıyor..!
Gün gelecek, o huzuru da yaşayacaktın. Kostantıniyye'yi İstanbul yapan bir başka kumandan, asırlar sonra o müjdeyi bizzat yaşayıp sana bu hazzı da tattıracaktı. Karanlık bir çağın mumunu söndürüp aydınlığa yeni bir kapı aralayan bu genç serdar, böylelikle arzunu, her mü'minin arzusunu zamanın bir behresinde gerçekleştirmiş oluyordu.
O gün, Fatih de bir arayış içindeydi. Zira O'nun için de sen, Rasûlullah'ın yâdiğârı mukaddes bir emanettin ve mutlaka seni bulup mezarının başına gelecek, elinde derlediği gülden buketlerle ruhuna bir fatiha gönderecekti. Bir keşifle gözlere âyân oldun ve bugünkü mekânın yükseldi etrafında..!
Bir defa bulmuştuk ya seni, o günden sonra hep uğrak yerimiz oldun, yollarımız yanından kıvrılıp gitti çoğu zaman. O kadar ki, sultanların her tahta çıkış merasimi senin huzurunda yapılır oldu ve kılıçlar senin nezaretinde kuşanıldı bellere, uzaklara giderken teberrük olsun diye..!
Surların dibine gözünü diktiğinde tekbir ve tehlil seslerini uzaklara, daha da uzaklara götürememenin ıstırabını duyuyordun ya, işte bugün günde beş defa o coşkulu Muhammedî sadâ, senin mekânından yükselerek her daim ruhlarımızı okşuyor. Ve bizler, aramızdaki varlığınla sermest ve seni misafir etmekle pek hoşnutuz; zaman zaman gönlünü kıracak yanlışlıklarımız olsa da umarız sen de bu hoşnutluğa, ayrı bir hoşnutlukla mukabele ediyorsundur..!
İşte bugün, gecenin zifiri karanlığında ışığa koşan kelebekler misali dört bir yandan sana koşup gelen bu insanlar, taşıdığın ruhla metafizik gerilime geçme ve getirdiğin bayrağı uzaklara, daha da uzaklara taşıyabilme adına mekânında gönül balanslarını ayarlayıp yolda, yolunda olmanın coşkusunu yaşıyorlar. Bu coşkuyla tehliller yükseliyor Eyüp ufuklarında ve yine bu coşkuyla iman ve Kur'ân'a sadakatimizi gözden geçirip huzurunda mânevî kılınçlarımızı kuşanıyoruz bellerimize..! Umarız bu coşkuyu duydukça sen, huzur dolu meskeninde ayrı bir haz alıyor ve; 'İşte bize, Allah ve Rasûlü'nün vadettiği şey de bu' deyip, Allah ve Rasûlü'nün sözüne sadakate imanımız noktasında kimbilir bize neler fısıldıyorsundur?!..
Binler selâm sana.. mefkûrene.. yoluna ve yolunun âşıklarına!.. Kostantıniyye'ye kadar getirdiğin bayrağı, burç burç ötelere, daha da ötelere taşımaya and içmiş mefkûre muhacirlerine!.. |
| |
| | | | Ebu Eyyub El-Ensari | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
|
|
|