İLM-İ İLÂHÎ VE KADER’LE MÜNASEBETİ:
Allah (cc), o sonsuz ilmiyle geçmişi, hâzır zamanı ve geleceği bir nokta gibi bilir.
İrâde ve kader münasebetlerini daha iyi kavrayabilmek maksadıyla, her şeye nigehbân bulunan Allah (cc)’ın sonsuz ilmini biraz olsun anlayabilme yolunda bazı âyetlerin meallerine bir göz atıp, bir kaç misâl verelim:
“Allah, yaptıkları her şeyi bilendir” (Nur, 24/41). “Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki birşeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara, 2/216). “Yerde ve göklerde olan her şeyi bilir” (A. İmran, 3/29). “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Allah) Onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır” (Hûd, 11/6). “Allah, onların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir; onlar ise O’nu ilmen ihata edemez” (Ta-Ha, 20/110). “Allah, insana bilmediklerini öğretti” (Alak, 96/5). “Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olan herşeyi bilir” (En’am, 6/59). “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden denizler tükenirdi” (Kehf, 18/110).
Bunlar, Kâinat kitabının da dile getirdiği aynı hakikatlardan başkası değildir. Kâinat’ta en büyük âlemlerden en küçük âlem olan atomlara kadar herşeyde hassas bir matematik denge ve ölçünün hâkim oluşu sonsuz bir ilmi gösterdiği gibi, ilmin hemen her dalında yazılan binlerce kitap da aynı hakikata parmak basmaktadır. Daha düne kadar Tıb sahasında vücudun bütün anatomisi için bir kitap yazılabilirken, bugün göz, karaciğer, kalb, kısaca bütün uzuvlar ve hattâ hücreler için ayrı ayrı kitaplar te’lif ve üniversitelerde ayrı ayrı dallar, bölümler, kürsüler teşkil edilmektedir. Daha binlerce yıl denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa ve gerek Kur’ân, gerekse kâinat kitabı için kütüphaneler dolusu eserler verilse, kalem de bitecek mürekkep de ama, anlatılanlar, bir kuşun gagasına okyanustan bulaşan su damlası kadar ya olacak, ya da olmayacaktır.
Aynaya bakarken, sîmanızın hayatınız boyunca tanıdığınız sîmalardan hiç birine benzemediğini bilmem düşündünüz mü? Ya parmak izlerinizi ve hattâ göz yapılarınızı?.. Kimbilir, ilerde tesbit edilecek daha nelerinizin başka bir insanınkine benzemediğini görüp görüp hayretlere düşeceksiniz.. Evet, dikkatle tetkik ettiğinizde, ağaçlarda ve yapraklarda bile ciddî bir farklılık müşahede edersiniz. Kar taneciklerini özel âletlerle büyütmek suretiyle tetkik eden ilim adamları, hiç bir kar kristalciğinin bir diğerine su molekülü sayısı ve model olarak benzemediğini ortaya koymuş bulunmaktadırlar.
Ne demektir bütün bunlar? Herhangi bir sîma veya parmak izini önceki, o anda hayatta olan ve gelecekteki bütün insan sîmalarından farklı olarak meydana getirebilmek için milyarlarca insanı sîmaları ve parmak yapılarıyla bilen, karıştırmayan, unutmayan muhît bir ilim sahibinin varlığı gerektir. Nasıl biz, arkadaşlarımızın sîmalarını Levh-i Mahfuz’un pek küçük bir misali olan hafızalarımızda yazıyor ve arkadaşlarımızı gördüğümüzde sîmalarıyla tanıyıp ayırt ediyoruz, -teşbihte hata olmasın- Allah (cc)’da gelecek milyarlarca insanın sîmasını ve parmak yapılarını sonsuz ilmiyle bilip, çok öncelerden Kader Kitabı’na yazmış bulunmaktadır. Hafızamızda yerleşmiş bulunan tarihçe-i hayatımız, yazılmışın yaşanmışından ibaret olduğu gibi, zaman geçtikçe ortaya çıkan sîmalar ve parmaklar da, aynı şekilde yazılmışın yaratılmasından ibârettir.
Allah (cc), sonsuz ve her şeyi kuşatan ilmiyle bütün geçmiş ve geleceği bir nokta gibi bilir ve görür. Her şeyi, manzar-ı âlâ’dan, -tabir caizse- bir zirve noktadan adeta bir nokta içinde bilip tesbit buyurur. Diyelim ki, dağda bir ağaç altında kitap okuyorsunuz ve o anda zamanın ve mekânın kayıtları içindesiniz, fakat ruh bahsinde temas edildiği gibi, birden madde buudlarından sıyrılıp yükselmeye başladınız ve dağın en yüksek noktasına ulaştınız. İşte, bu tepe noktada mahrûtî (konik) bir bakış açısı kazanıp, dağın önünü de arkasını da görürsünüz. Bunun gibi, Rabbimiz de -hertürlü maddî ölçü ve izahın ötesinde- geçmişi ve geleceği bütün sebeb ve neticeleriyle, yaptığımız, yapacağımız her davranışımızı -irâdemiz de dahil olmak üzere- muhit ve sonsuz ilmiyle çok önceden görüp bildiğinden tesbit ve takdir buyuruyor, biz de, zamanı gelince irâdemizle onu yapıyoruz.
Hep biliriz, her yıl, 365 günlük namaz vakitlerinin dakikası dakikasına önceden bilinip kaydedildiği takvimler basılır. Takvimlerdeki vakit cetveline göre zamanı gelince ezan okunur, biz de irâdemizle Hakk’ın divanında el bağlayıp, namazımızı kılarız. Bu da, gelecekte yapacağımız ibadetlerin bir bakıma vakit be vakit önceden bilinip, tesbit ve takdir edilmiş olmasının neticesi değil midir?