DELPHIN
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
DELPHIN


 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
İstatistik
Konu Yazan GöndermeTarihi
Paz Ağus. 30, 2009 5:57 am
Perş. Haz. 18, 2009 2:24 pm
C.tesi Haz. 13, 2009 3:42 pm
Cuma Haz. 12, 2009 11:53 pm
C.tesi Mayıs 30, 2009 5:34 am
C.tesi Mayıs 30, 2009 4:47 am
Cuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm
C.tesi Mayıs 16, 2009 8:34 am
Perş. Mayıs 14, 2009 6:55 pm
C.tesi Mayıs 09, 2009 10:04 am
Çarş. Mayıs 06, 2009 12:49 pm
Ptsi Mayıs 04, 2009 2:29 pm
Cuma Nis. 24, 2009 9:10 am
Cuma Nis. 24, 2009 5:57 am
C.tesi Nis. 11, 2009 11:47 am
Cuma Nis. 03, 2009 4:35 pm
Paz Mart 29, 2009 11:22 am
Salı Mart 17, 2009 2:18 pm
Perş. Mart 12, 2009 7:15 pm
Salı Mart 10, 2009 11:49 am

 

 ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
tatardayı
Çalışkan Üye
Çalışkan Üye
tatardayı


Erkek Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 57
Location : Denizli
Kayıt tarihi : 31/12/07

ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT Empty
MesajKonu: ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT   ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT EmptyPtsi Mayıs 18, 2009 11:18 pm

ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT



Âlemlerin Rabbi
Allah Teâlâ, en son Nebî’si ve en son Rasulü Muhammed (s.a.v)’e hitaben şöyle
buyurur:



“Sonra seni de bu
emir (din)den bir şeriat üzerine kıldık. Öyleyse sen, ona uy ve bilmeyenlerin
heva (istek ve tutku)larına uyma.” [1]



İmam Kurtubî
(rh.a), Meşhur tefsirinde bu ayet-i Kerimeyi tefsir ederken şunları beyan eder:



“Sonra Biz seni
din(emir) den bir şeriata sahib kıldık.” Buy­ruğunda geçen şeriat, sözlükte
Mezheb (gidilen yol) ve din de­mektir. Su içmek isteyenlerin gittikleri yola da
şeriat denilir. Şer’î (cadde) de buradan gelmektedir. Çünkü maksada götüren yol
odur. O hâlde şeriat, Allah’ın, kulları için din olarak teşrî’ buyurduğu şeyler
(koyduğu yol) dur. Çoğulu şefai’ gelir. Dinde şeriatler ise, yüce Allah’ın
kulları için açtığı yollardır.



O hâlde: “Biz
seni dinde bir şeriata sahib kıldık” buyruğu, Biz seni hakka götüren, din emrinden
apaçık bir yol üzere kıldık demektir.



İbn Abbas (r.
Anhuma) dedi ki:



-“Bir şeriate
sahib kıldık” , din işinde apaçık bir hidayet üzere kıldık, demektir.



Katâde (rh.a)
şöyle der:



-Şeriat: Emir,
yasak, haddler ve farzlardır.



Mukatil (rh.a.)



-Şeriat, apaçık
delil demektir. Çünkü o, hakka götüren yol­dur, der.



el-Kelbî ise:



-Şeriatten Kasıd
Sünnettir, demiştir.



Çünkü Peygamber
(s.a.s.) Efendimiz de kendisinden ön­ceki Peygamberlerin yolunu izlemiştir.



İbn Zeyd:



-Şeriat dindir.
Çünkü din, kurtuluşun yoludur, demiştir.



İbnu’l-Arabî
şöyle der:



-Emr (din),
lugatte iki anlamda kullanılır.



1- Durum anlamında:
Yüce Allah’ın:



“Onlar, yine
Fir’avn’ın emrine uydular. Fir’avn’ın emri hiç de doğru değildi.”[2] buyruğunda
olduğu gibi.



2-Nehyin zıddı olan
sözün kısımlarından olan birisi anla­mında.



Burada, her
ikisinin de kasdedilmiş olması mümkündür. Buna göre ifadenin taksiri şöyle
olur. Biz seni, dinden bir yol üzere kıldık. Bu yol da, İslâm Milleti (İslâm
Dini)dir.



Nitekim yüce
Allah şöyle buyurmuştur:



“Sonra Biz sana:
“Hanif olarak İbrahim’in dinine uy! O, Müşriklerden olmadı” diye vahyettik.”[3]



Yüce Allah’ın,
indirmiş olduğu şeriatlerde Tevhid, üstün ahlâkî değerler ve maslahatlarda bir
değişiklik yapmadığı, fakat her türlü noksanlıktan münezzeh olan ilmine uygun
olarak fer’i hususlarda aralarında farklılıklar indirmiş olduğu hususunda görüş
ayrılığı yoktur.”[4]



Hayat Kitabımız
Kur’ân-ı Kerim’in meşhur müfessirlerinden Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.), İmam
Kurtubî (rh.a.) beyan etti­ğine yakın ifadelerle “Şeriat” kavramını açıkladıktan
sonra şöyle der:



“Emir, din işi
veya Allah’ın emri demektir. Yani, bu Kur'ân'da açıklandığı üzere Allah’ın sana
vahyettiği emir ve yasaktan bir büyük ve geniş yol, koskoca bir şeriat üzere
seni görevlendirdik. Onun için o şeriate uy! Kendini ona uydur da,
bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma!



Allah’ın
hükümlerine ilmi bulunmayan veya ilmin gereğine uymayan kimseler, yalnız kendi
zevk ve heveslerinin arkasında koşarlar. Heva ve hevesler ise, kişiye göre
değişir. İsrailoğulları gibi ihtilafa düşürür, Allah’ın gazabına götürür.
Şeriat ise toplar, Tevhid ile (Allah’ın) rızasına götürür. Şeriate uy da, cahillerin
hevalarına uyma!”[5]



“Ehl-i Sünnet
ve’l-Cemaat” akîdesinin temel ilkelerini beyan eden akîde âlimlerimizden İmam
Ebu Yusr Muhammed Pezdevî (rh.a), “Usûlü’d-Dîn” adlı meşhur eserinde “şeriatın hakikat olduğu ve hakikatın şeriatten
başka bir şey olmadığını” beyanla şöyle der:



“Şeriat-Hakikat:



Sünnet ve Cemaat
ehlinin bu konudaki görüşü genel ola­rak şudur: Şeriat hakikattır. Hakikat,
Şeriatten başka değildir.



Bazı sofiler ve
zikir ehlinin görüşü:



Hakikat, Şeriaten
ayrı ve başkadır. Bu görüşü benimse­yenler, evliyâyı Enbîyâya üstün kabul
edenlerdir.



Bunlar:



-Peygamberler
şeriatle, velîler hakikatle amel ederler,
di­yenlerdir.



-Şeriat, elli dirhemden sadaka vermeyi icabettirir. Hakikat ise,
hepsinin tasadduk edilmesini gerektirir, derler.



Bunlara,
“Evliyâcılar” adı verilmiştir.



Sapık
bid’atçidirler. Bunlar, Allah’ın Kitabı’na, Hz. Rasulü Ekrem (s.a.s)’in Sünneti’ne
muhalefet ederler. Batın, gizli ilim iddiasında bulunurlar. Bu kişiler,
“Karâmıta Mezhebi’,,
ne men­sub­turlar ve bunlar, Allah’ın yarattığı fenâ kişilerdir.



Gerçek şudur:



Bütün hakikatlerin aslı
şeriattır. Eğer şeriat, hakikatten başka ve ayrı
ise bu, mecaz olarak böyledir. Mecaz ise, sübûtu, kararlaşmışlığı ve
yerleşmişliği olmayan şeydir. “Falanı, mecazî olarak seviyorum, dendiğinde söz
konusu olan bunun, aslının, yerleşmişliğinin ve kararlaşmışlığının olmadığıdır.



Hakikatın
şeriatten başka ve ayrı olduğunu söyleyen kişinin küfründen ve tam bir sapıklığa
düşmesinden korkulur.”[6]



İslam
topraklarını işgal eden egemen tağutlar ve onların iş­birlikçi yerli uşakları,
“Şeriat” kavramına onda olmayan bir an­lam yükleyerek kendi kendilerini
korkutup ürküten bir şey or­taya koymuşlardır...



Diğer yanda
birileri de, şeriatın aşılmasının gerektiğini ve böylece hakikate ulaşılacağını
iddia etmektedirler... Bu batıl iddilalarını beyan ederken, kendilerini tarihte
ünlü olmuş isim­lere dayandırıyor ve bu görüşün onlara aid olduğunu savunu­yorlar...
Onların bu iddialarının ve savunmalarının bomboş ve batıl olduğunu kendilerine
delil olarak beyan ettikleri zatların eserlerinden hareketle gündeme getirmek
yerinde olacağına inanıyoruz...



Önce Şeyh
Abdulkâdir Geylânî’ye müracaat edelim... İmam İbn Teymiye tarafından şerhedilen
“Fütûhu’l-Gayb” adlı eserinde şöyle diyor şeyh Abdulkâdir Geylânî:



“Sana, Allah’dan
korkmayı ve O’na itaati tavsiye ediyorum. Şeriatın zahirine bağlı kalmayı temiz
kalbli olmayı, nefsin cö­mertliğini, güler yüzlü olmayı, pişmanlığı terk
etmeyi, eziyet etmemeyi ve fakat eziyete ve fakirliğe tahammül etmeyi, meşâyihe
hürmete devam etmeyi ve ihvanla güzel geçinmeyi, küçüklere ve büyüklere
nasihati, düşmanlık ve eziyeti bırakmayı, dostluğu ve yardımlaşmayı, hep
mütevazi kalmayı, kendi taba­kandan olmayan kimselerle sohbeti kesmeyi din ve
dünya işle­rinde yardımlaşmayı ve fakirliğin hakikatini tavsiye
ediyorum ki, O, senin gibi olana muhtaç olmamandır. Ve tabii ki, zenginliğin hakikatini! Çünkü o da,
senin gibi olandan müstağni olman­dır.”[7]



“Allah’dan
korkmayı ve O’na itaati tavsiye” eden Şeyh Abdulkâdir Geylânî, “Şeriatin zahirine
bağlı kalmayı” da tavsiye etmektedir, şeriatı aşmayı, onu geçmeyi değil!..



“Canım bedenimde
oldukça Kur’an’ın kuluyum.



Seçilmiş
Muhammed’in yolunun toprağıyım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tatardayı
Çalışkan Üye
Çalışkan Üye
tatardayı


Erkek Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 57
Location : Denizli
Kayıt tarihi : 31/12/07

ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT Empty
MesajKonu: Geri: ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT   ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT EmptyPtsi Mayıs 18, 2009 11:19 pm

Birisi,
sözlerimden, bundan başka bir söz naklederse,



O nakledenler de
bezmişim ben, bu sözden de bezmi­şim.”[8] Diyen ve:



“Vehimle akıl,
mihenk olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de hemen mihenk taşına vur!



Bu mihenk,
Kur’ân’dır, Peygamberlerin halleridir. Onlar da, mihenk gibi kalpa “gel”
derler.



Gel de benim
yüzümden ne hâle geldiğini gör! Çünkü sen, ne çıkışımın ehlisin, ne inişimin.”[9] Hakikatini şiir diliyle
beyan eden Mevlânâ Celâleddin Muhammed Rûmî, “Şeriat” gerçeğini şöyle anlatır:



“Şeriat, şerri
gidermek için bir güzelce okuyup üflemeseydi herkes, iş arkadaşını paramparça
ederdi.



Şeriat, şerri
gidermek için bir karar verir de, şeytanı, redde­dilemez delil şişesine sokar.



Tanıkla, andla,
andı bozuşla neyler, eyler, boşboğaz şeytanı şişeye tıkar.



İki zıddı da
hoşnud eden bir terazidir şeriat. Böylece aslı olmayanı da, olanı da bir araya
getirir.



Gerçekten de bil
ki şeriat, kileye, teraziye benzer. Onun yü­zünden iki düşman de savaştan,
kinden kurtulur.



Terazi olmasa o
düşman, aldatılmak vehminden nasıl kur­tulur, çekişmekten nasıl vazgeçer.”[10]



Mevlânâ
Celâleddin Rûmî’nin şiir diliyle beyan ettiğine göre Şeriat, hakikatın terazisidir...
Hakikat, Şeriat, terazisiyle tartılır ve değeri ortaya çıkar.... Şeriat
terazisine, yani şeriat ölçüsüne uymayan şey hakikat değildir...
Hakikat, ancak şeriate uyarsa doğrudur... Şeriate uymayan hakikat değildir...
Şeriat, hakikatın tâ kendisidir!..



Ahmed er-Rifâî,
“el-Burhanu’l-Müeyyed” adlı eserinde, Şe­riat, fukaha, dinin zahir ve batını
için söyledikleri değerli tesbitler anmak yerinde olur... Uzun bir alıntı da
olsa bu konuda önemli olduğu için aktarmakta fayda görüyoruz...



Şöyle diyor Ahmed
er-Rifâî:



“Efendiler!



Evliyâ ve
âriflere hürmet ettiğiniz gibi, fukaha ve Ulemâya da hürmet ediniz. Çünkü yol
birdir. Fukaha ve Ulemâ, şeriatın zahirinin varisi ve insanlara Hakk’a vasıl
olmanın yolu olan ah­kâm-ı şer’iyyeyi öğreten hamele-i Kur’ân’dır. Şeriate Muğayir olan bir yolla amel ve mücahede bir
fayda sağlamaz. Bir adam, şeriate uygun olmayan tarzda velev beşyüz sene
ibadetler meş­gul olsa, ibadeti kendine racidir, yani merdûddur. Sevab ka­zanmadığı
gibi, günahı mûcib olur. Kıyamet gününde Allah ona, hiçbir sevab vermez. Dinini-diyanetini bilen fakihin kıldığı
iki rek’at namaz, dinini-diyanetini bilmeyen dervişin kıldığı iki bin rek’attan
daha efdaldir.



Siz, ulemânın
hakları ihmalden sakının. Onlar hakkında hüsn-i zann sahibi olmaya bakın. Ancak
âlimlerden takva sahibi olan ve Allah’ın kendilerine öğrettikleriyle amel edenler
gerçek velîlerdir. Onlara hürmeti muhafaza ediniz.



Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur:



“Bildiğiyle amel
edene Allah, bilmediğini de öğretir.”[11]



Yine
Peygamberimiz (s.a.s):



“Âlimler,
Nebîlerin varisleridir.” buyurmuştur.[12]



Varis-i Nebi olan
bu zevat, insanların efendileridir, mahlu­katın eşrafıdır, hak yola delâlet
eden rehberlerdir. Bazı sufilerin dediği gibi, “biz ehl-i bâtınız, onlar, yani
ulemâ ehl-i zâhirdir” deme!



Bu din, zâhir ve
bâtını câmidir. Bâtın, zâhirin özü ve içi, zâ­hir de özün ve bâtının zarfıdır.
Zâhir olmazsa, bâtın olmaz. Zâhir olmayınca, bâtın sıhhat bulmaz. Kalb,
cesedsiz kaim olamaz. Cesed olmayınca da kalb sâlim olmaz. Kalb, cesedin
nûrudur. Bazılarının ilm-i bâtın dediği bu ilim, aslında ıslah-ı kalbdir. Ev­velâ,
amel bi’l-erkân yani rükünlerle amel ve kalb ile tasdik la­zımdır.



Adam öldürme,
hırsızlık, zinâ, ribâ (faiz) içki, yalan, kibir gibi günahlarla beraber
kalbteki iyi niyetin ve gönüldeki temizli­ğin ne faydası vardır? Kalb
temizliğinin rükûn ve fiillerde de görünmesi lazımdır.



Allah’a ibadet
ediyorsun, iffet sahibisin lisanına sahibsin, sadaka veriyorsun,
tevazu ehlisin, fakat kalbinde fesad ve riyâ gizli...
Böyle bir amelin sana ne faydası var?



Şimdi iyice
anlaşılmıştır ki bâtın, zahirin özüdür. Zâhir, Bâ­tının zarfı olup aralarında
farklılık yoktur. Ve hiçbiri diğerinden müstağnî değildir. “Ben, ehl-i zâhirim”
dediğin zaman âdeta ehl-i bâtın olduğunu da ikrar etmiş olursun. Yine kezâ
“şeriatın zâhirine bağlıyım” dediğin zaman da, bâtın-ı hakikatı zikretmiş olursun.



Sufîlerin hangi
hâli vardır ki şeriat, onun yapılmasını em­retmemiş olsun. Yine ehl-i zâhirin
hangi hâli vardır ki onun, ıslah-ı bâtınını zâhir-i şer’ emretmemiş bulunsun!
Öyleyse siz, zâhir ile bâtının arasını ayırmaya çalışmayınız. Çünkü zâhir ile
bâtını birbirinden ayırmak, sapıklık ve bid’attır.



Âlimlerin ve fukahanın
hukukunu ihmal etmeyiniz. Zira bu durum, cahalet ve ahmaklıktır. İlmin lezzeti
sizi, amelin acılı­ğında, zorluğundan alıkoymasın! Çünkü ilmin lezzeti, amelin
acılığı olmadıkça hiçbir şeye yaramaz. Amelin acılığı ve zorluğu ise, ebedî
tatlılığı doğurur.



Nitekim
Kur’ân’daki:



“Şübhesiz Biz,
güzel bir amel işeyenin mükafatını zayi et­meyiz.”[13] Ayet-i
Kerimesi, amellerin bu ebedî mükafatına delil­dir.



İhlâs, amellerin
dünya ve ahiret için değil, mahza Allah için olmasıdır. Kul, Allah’a iman,
emrine imtisâl ve rızasına talîb olarak her hâl iş ve sözünde, O’na karşı
hüsn-i zann üzere ol­malıdır.



Efendiler!



Devamlı sûrette:



-Hâris Muhâsîbî
şöyle dedi, Ebu Yezid böyle söyledi, Hallac bunu söyledi deyip duruyorsunuz. Bu
ne hâldir böyle?!



Hâlbuki siz,
bunlardan önce İmam Şâfiî ne dedi, İmam Malik ne buyurdu, İmam Ahmed ve İmam
Numan ne buyurdu? Bunları araştırarak
Muâmelatı bunların görüşleriyle tashih et­melisiniz.



Ondan sonra da
diğer sözler üzerine düşünmelisiniz!



Ebu Yezid ve
Hâris böyle dedi, demek hiç bir şeyi arttırmaz da, eksiltmez de. İmam Malik ve
İmam Şâfiî’nin söyledikleri ise, en başarılı yol ve en kestirme usûldur.



Şeriat binasının
sütunlarını ilim ve amel ile yükseltiniz. Sonra da ilim ve amel ahkâmının
inceliklerini himmetinizle yü­celtiniz. İlim meclisi, yetmiş yıl ibadetten daha
efdaldır. Tabîi burada ibadettten maksad, farzlarının
dışında ilimsiz olarak yapılan nâfile ibadetlerdir.



“Hiç bilenle,
bilmeyenler bir olur mu?”[14]



“Hiç karanlıkla,
aydınlık eşit olur mu?”[15]



Tarikat şeyhleri
ve hakikat meydanının Sûvarîleri size:



-Ulemânın
eteklerine yapışın! derler.



Ben de size,
felsefeyle meşgul olun, demem. Fakat fıkıh ile uğraşın derim!”[16]



Ahmed
er-Rifâî’nin hakikatın en güzel ifadesi
olan bu tesbitlerinden sonra İmam Rabbânî diye şöhret bulmuş olan Ahmed Faruk
es-Serhendî’nin meşhur eseri olan
“Mektubât” ta yer alan kırksekizinci mektubuna!....



İmam Rabbânî
Ahmed Faruk es-Serhendî, “Mektubât” ese­rindeki kırk sekizinci mektubunda
şunları beyan ediyor:



“İlim talebesinin
öncelenmesi, şeriatın yüceltilmesi demek­tir. Çünkü onlar, Peygamberî şeriatın
ve Mustafa (s.a.s) ümme­tinin taşıyıcılarıdır.



Kıyamet günü
insanlar şeriatten sorulacaktır, tasavvuftan sorulmayacak!



Cennete girmek ve
cehennemden uzaklaşmak, şeriatın emirlerini yerine getirmeye bağlıdır.



Kâinatın en
üstünleri olan Peygamberler, -Onlara
salât ve selân olsun- bütün insanları şeriatlarına dave etmiş ve kurtulu­şun
kaynağı olarak şeriatı göstermişlerdir. Bu büyüklerin gön­derilmiş amacı,
şeriatlarını tebliğ etmek, duyurmaktır.



Bu nedenle
hayırların en büyüğü, şeriatın yücelmesine ça­lışmak, O’nun hükümlerinin her
birini ihyâ etmeye ve uygula­maya gayret etmektir. Özellikle İslâmî değer ve
öğretilerin yok edildiği günümüzde bunun önemi çok büyüktür. Öyle ki, Allah
yolunda harcanan binlerce altın, şeriatın bir meselesini yücelt­mek sevabına
denk olmaz. Çünkü bu davranış, yaratılmışların en büyükleri olan Peygamberlere
tabi olmak ve onlarla ortaklık kurmaktır. (Yani, onların yolundan gitmektir.
Onlara Salât ve Selâm olsun.



İyiliklerin en
mükemmelini, Peygamberlerin yaptığı her­kesçe kabul edilen bir gerçektir.
Bununla birlikte binlerce altın infâk etmek, Peygamberlerin dışında bir takım
kimselere de nasib olmuştur.



Şeriatı ayakta
tutma, onun hükümleri ile amel etmekte nefsin muhalefeti vardır. Zira şeriat,
nefsin arzusu hilâfına gel­miştir. Ancak mal infâkında bulunmak, bazan nefsin hoşuna
gider. Evet, eğer yapılan infâk, şeriatın kuvvetlenmesi ve üm­metin yücelmesi
için ise, o kimse, pek yüksek derece kazanır. Bu niyetle verilen bir kuruş,
başka işler için diğer zamanlarda harcanan binlerce sadakaya denktir.



Nefsin
esaretinden kurtulmamış bir ilim talebesi, nefsin esaretinden kurtulmuş bir
Sufî’den nasıl öncelikli olur? Denirse, bunu söyleyen kişiü henüz sözün hakikatını anlamamıştır.
Asıl meramımızı kavrayamamıştır. İlim talebesi, kendi nefsinin elinde esir olsa
bile, hiç şübhesiz ilim talebesi, mahlukatın kur­tuluşuna vesile olur. Çünkü
şeriatın hükümlerinin tebliği ona bağlıdır. Kendisi bundan faydalanamasa da bu
böyledir. Sufî, nefsinin elinden kurtulmuş olsa dahi, sonuçta sadece kendisini kurtarmış
olur. Onun, mahlukata bir ilgisi yoktur. Kurtuluşu yalnız kendisine özgün olan
ile başkalarının ve büyük bir toplu­luğun kurtluluşu kendisiyle olanın üstünlüğü,
herkesin kabul ettiği bir gerçektir.”[17]



İslâm Milleti
içinde meslekleri ve fikirleriyle meşhur olmuş bu dört şahsiyetin beyanları
tekrar tekrar okunmalıdır... Gün­deme getirdikleri, hakikatın tâ kendisi
olan şaşmaz bir ölçü­dür... Bu ölçü, hem şahısları, hem söyledikleri, hem geride
bıraktıkları eserleri, hem de onları takib edenler için her asırda ve her çağda
geçerli olan bir ölçüdür. .. Bu ölçüye göre tartılıp değerlendirilmelidir. ..
Bu ölçüye uyuyorsa kabul, uymuyorsa reddedilmelidir... Bu ölçü, malum zâtların
da beyan ettikleri üzere, Kur’ân ve Sünnet, yani İslâm ve Şeriat ölçüsüdür...
Dinin zâhiri de, bâtını da budur!...



Şeriatın İslâm
demek olduğu hakikatı iyice kavranmalıdır...
Şeriat, zâhiriyle ve bâtıniyle İslâm’dır ve İslâm, yeğane hakikat olup hayat
nizamıdır.... Birileri, bu hakikatı. “Manevî âlem”
adına, onda olmayan ve Ona yapılan iftiralarla eğip bükmemeli, “bâtınî”
anlayışlarla gayesinden saptırmamalı... Ayrıca birileri de, İslâm olan,
İslâm’dan başka birşey olmayan Şeriat kelime­sini duyunca tüyleri diken diken
olmamalı, içi kinle dolmamalı ve İslâm Dini’ne düşman kesilmemelidir.[18]



Yeğane Rabbimiz
Allah Teâlâ’nın, başta Önderimiz Rasulullah (s.a.s)’e, O’nun şahsında O’nun
ümmetine emrini bir kez daha hatırlayalım:



“Sonra seni de bu
emir(din)den bir şeriat üzerine kıldık. Öyleyse sen, ona uy ve bilmeyenlerin
heva (istek ve tutku)larına uyma!”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
tatardayı
Çalışkan Üye
Çalışkan Üye
tatardayı


Erkek Mesaj Sayısı : 586
Yaş : 57
Location : Denizli
Kayıt tarihi : 31/12/07

ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT Empty
MesajKonu: Geri: ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT   ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT EmptyPtsi Mayıs 18, 2009 11:21 pm

[1] Casiye, 45/18.






[2]
Hud, 11/97.







[3]
Nahl, 16/123.







[4]
İmam Kurtubî, el-Câmiu Li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir
Eryarsoy, İst. 2002, C.16, Sh.18-19.







[5]
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 1996, C.7, Sh. 75-76. (Yenda yayınları)


Not: Metin sadeleştirilmiştir. Bkz. Elmalılı
M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, Sdlş. Doç. Dr. İsmail Karaçam, vdğ. İst.
T.Y.C. 7, Sh. 88-89. (Azim ya­yınları)







[6]
İmam Ebu Yusr Muhammed Pezdevî, Ehl-i Sünnet Akaidi, çev. Doç.Dr.
Şerafeddin Gölcük, İst. 1980, Sh. 335.







[7]
Abdulkâdir Geylânî, Fütuhu’l-Gayb-Âlemlerin kapısı, şerh: İbn
Teymiye, çev. İlyas Aslan-Derya Çakır, İst. 2003, Sh.163.







[8]
Mevlânâ Celâleddin, Rubâîler, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, Ank. 1982, Sh. 152, Rb. 112.


Farsça Metni için bkz. Mevlânâ Celâleddin Muhammed
Meşhur be Mevlevî, Külliyat-ı Şems ya Divân-i Kebir, Hzr. Bedîu’zzaman
Fîrûzan-fer, Tehran, 1343 (1963), C.8, Sh.198, Rb.1173.







[9]
Mevlânâ, Mesnevî, C.4, By.2303-2305.







[10]
Mevlânâ, Mesnevî, C.5, By.1210-1215.







[11]
İmam Şevkânî, El-Fevaid el-Mecmua Fi’l-Ehâdis el-Mevdua-Mevzu Hadisler,
çev. Mehmet Emin Akın, Ank. 2006, Sh.404, Nö 43. Ebu Nuaym, bunu rivayet edip
“zayıf”tır dedi.


Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, C.2, Sh.347, No.2542. Ebu Nuaym, Enes’den.


Not: İmam Şevkânî (rh.a) ve İmam Aclûnî (rh.a), “Ebu
Nuaym, Enes’den” diye zayıf hadis olarak naklettikleri bu sözün, Rasulullah
(s.a.s)’in hadisi olmayıp Allah’ın Rasulü İsa (a.s)’a aid bir söz olduğunu,
senedini tenkid ederek beyan eden bizzat Ebu Nuaym el-İsfahânî (rh.a)’ın
kendisidir.


Şöyle diyor Ebu Nuaym (rh.a):


“Ahmed b. Hanbel bu sözü, bazı tabiilerden onlar da
İsa (a.s)’dan nakletmişlerdir. Ancak bazı raviler, Ahmed b. Hanbel’in bu sözü
Nebî (s.a.s)’den rivayet ettiğini vehmederek, kolay olduğu v e Rasulullah
(s.a.s)’e yakın olduğu için, Ahmed b. Hanbel-Yezid b. Harun-Humeyd
et-Tavil-Enes b.Malik senedini uydurmuşlardır. Fakat bu hadisin, bu isnadla
Ahmed b. Han­bel’­den rivayet edilmesi ihtimali yoktur.”



Sünen-i İsfahânî, Hzr. Abdullah Abdu’s-Selâm b. Muhammed
b. Ömer Allaşî, Mektebetu’r-Raşid, 1.Baskı, 2004, C.1, Sh.125-126, Kitabu’l-İlm, No 306.



Diğer değerlendirmeler için bkz.


Doç.Dr. Yusuf Ziya Keskin, Ebû Nuaym el-İsfahânî,
İst. 2003, Sh.148.



Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Konya, 2001, Sh.376-377.



Yard. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin
Hadislerdeki Dayanakları, Ank. 2000, Sh. 310-311.


İmam el-Haris b. Esed el-Muhasibî, Selefî Tasavvuf,
çev. Faruk Beşer, İst. 1990, Sh. 68, Not: 41. Abdulfettah Ebu Gudde’nin tahkiki.







[12]
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, B.11. (Bab başlığında)


Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B.1, Hds.3641 (Ebu’d-Derdâ’dan)


Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İlm, B.19, Hds.2822.


Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.223.







[13]
Kehf, 18/30.







[14]
Zümer, 39/9.







[15]
Ra’d, 13/16.







[16]
Ahmed er-Rifâî, Delillerle Mârifet yolu-el-Burhânu’l-Müeyyed, çev.
H.Kâmil Yılmaz, İst. 1985, Sh.90-93.







[17]
İmam Rabbânî, Mektubâtü çev. M. Metin Zirek, İst. 2006, Sh. 151-152 (yeni Şafak Gazetesi Kültür
Armağanı)


Ayrıca bkz. İmam-ı Rabbânî, Mektûbat-ı Rabbânî, çev.
Abdulkadir Akçiçek, İst.1998, C. 1, Sh.172-173. (Akit Gazetesi’nin
okurlarına hediyesi)


İmam-ı Rabbânî, Mektûbat-ı Rabbânî, çev. Abdulkadir
Akçiçek, İst. 1979, C. 1, Sh. 166-167. (Çile yayınları)


Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İmam-ı Rabbânî ve İslâm
Tasavvufu, İst. 2003, Sh. 134-135.







[18]
Laik, Demokratik ve gayr-ı İslâmî olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
iki resmî kurumu olan “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Türk Dil Kurumu”’nun
yayınladığı sözlüklerde “Şeriat” kelimesi şöyle açıklanmıştır:



“Şeriat, is.(Şeri: at) Ar. Şeri’at Kur’ân’daki ayetlerden,
peygamberin sözlerinden çıkarılan, dinî temellere dayanan müslümanlık
kanunları, İslâm hukuku.”



Türkçe Sözlük, Hzr. Prof. Dr. Hasan Eren, vdğ. Ank. 1988. ****** Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu-Türk Dil Kurumu, C. 2, Sh. 1381 (Yeni Baskı)



“Şerîat (Şeri’at) İ.A.1. Din: Allah’ın (c.c)
insanlara, dünya ve âhiret saâdetini elde etmeleri için gönderdiği ilâhi
kanunlar, Allah’ın emirleri.



2.İslâm dininin îtikat, amel,
ahlâk ve davranışlarla ilgili: âyet,
hadis, kıyas ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan dînî hükümleri.



Şeriat tarikat yoldur varana



Hakikat meyvesi andan içerü.



Yunus Emre



3- İslâmiyet’in kitap hâlindeki
kanunu, Kur’ân-ı Kerîm.



Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun



Onun hesâbına bir çok hurâfe uydurdun.



M. Â. Ersoy, Safâhat, 268







4-İslâm hukuku, âyet ve
hadislere dayanan İslâmî kanunlar.



5-Yol, doğru yol.”



Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Hzr. Ahmed Fidan, Vdğ. Ank. 1996, Millî Eğitim Bakanlığı
Yayınları, C.4, Sh.2681-2682.



Not: Alıntıların imlâsına hiç dokunmadan aynen aktardık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
ultrAslan
Admin
Admin
ultrAslan


Erkek Mesaj Sayısı : 1864
Location : İstanbul
Kayıt tarihi : 04/04/08

ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT Empty
MesajKonu: Geri: ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT   ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT EmptyCuma Mayıs 22, 2009 5:16 pm

Allah razı olsun ağabey. Şu an ülkemizde Şeriat deyince akıllara ne geldiği malum. Böyle yazıların sürekli ön planda tutulması gerek.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.herkul.org/
 
ŞERİAT: UYULACAK TEK HAKİKAT
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DELPHIN :: HAK DİN İSLAM :: SERBEST TARTIŞMA-
Buraya geçin:  
Forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar